Ülke Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler ile yönetilmeye devam ediyor. Aslında yönetilemiyor. Yönetilemediğinden OHAL olağan bir yönetim biçimine, KHK’lar da meşru birer hukuki form haline getirilmeye çalışılıyor.

Buradan KHK’ların aslında gayrimeşru olduğu yönünde bir iddiamız olduğu anlaşılmasın. KHK’lar burjuva hukuk sisteminin bir parçasıdır ve bunların burjuva hukukunda bir karşılığı vardır. Geçerli ve etkindirler.

Burjuva hukuk düzeni, kendisine içkin olan tekçi, ırkçı ve karşı devrimci yönünü bugünlerde (hatta uzunca bir süredir) alenen dışa vuruyor. Toplumun değil devletin, yoksulun değil zenginin hukuku olduğu gerçeğini zerrece inkâr etmiyor. Burjuva hukuk düzeninin bu özelliklerinin her dönem için geçerli olduğunu elbette biliyoruz fakat bazı dönemlerde bu özellikler burjuva yalanı ve ikiyüzlülüğünü de bir kenara bırakıyor ve aslında ne olduğu ve neye hizmet ettiğini görmeyenin, bilmeyenin yüzüne çarpıyor.

Burjuva hukukun son dönemde gösterdiği “atılım”, sadece kendisinin değil, bu hukuk sistemini ve bir bütün olarak kapitalist sistemi, kapitalist sınıf yararına idame ettiren devletin içinde bulunduğu durumu da gözler önüne seriyor. Devlet, tekçi, ırkçı, karşı devrimci yapısını fütursuzca dışa vuruyor.

Kapitalist dünya düzeninin rahat bir nefes almak için ne yapacağını şaşırdığı, her yerde yaşanan irili ufaklı yüzlerce hareketlenme ve değişimden şaşkına döndüğü, ekonomik, siyasi, askeri her türden krizle sarsıldığı bu yüzyılda devletlerin ve özel olarak Türkiye’nin her türden hukuki ve insani kuralı, kaideyi rafa kaldırıp canı ne isterde yapacağı bir sürecin içerisinde bulunuyoruz.

Sürekli uzatılarak artık olağan bir yönetme biçimine dönüştürülen OHAL’in ve OHAL’e dayanılarak hayatın her alanına dair düzenlemeler içeren KHK’lerin varlığı Türkiye’nin durumunu açıklamaya yetiyor. Devlet, normal bir devletin üzerinde durmayacağı “kış lastiği” uygulamasını dahi artık KHK’yle düzenliyor. Başka türlüsü işine gelmiyor ve de beceremiyor.

15 Temmuz’dan sonra tam 29 tane KHK çıkarılmış oldu. Birçoğu OHAL ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bu KHK’lerle solcu, sosyalist, devrimci, yurtsever binlerce kamu görevlisi görevlerinden ihraç edildi. Devrimci demokrat dernekler ve gazeteler kapatıldı. Yapılan ihraç ve kapatmalara karşı başvurulacak yargısal yolların da önü kesildi.

Tüm bu yapılanların iç savaş içerisindeki devletin, “düşmanını” alt etme ve iç savaştan zaferle çıkma, kendisini yeniden üretme ve tahkim etme çabası olduğu biliniyordu. Fakat bunlar yetmedi. 24.12.2017 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 696 sayılı KHK’yle devlet, açıkça iç savaşta olduğunu ve iç savaş hukukun geçerli olduğunu ilan etti.

Uzunca bir süredir konuşulan ve her fırsatta gündeme getirilen tutuklu ve hükümlülere tek tip kıyafet uygulaması, 696 sayılı KHK ile zorunlu hale getirildi.

Anılan KHK’nin 103. Maddesi Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanların, duruşmalara sevk nedeniyle cezaevi dışına çıkışları sırasında tek tip kıyafet giymelerini öngörüyor. İnfaz kanununa eklenen bir fıkrayla da tek tip kıyafet giymeyi reddeden tutuklu ve hükümlülerin disiplin cezasına çarptırılacağı belirtiliyor.

12 Eylül 1980 askeri faşist darbe sonrasında da dayatılan tek tip işkencesi ile birlikte devrimci, yurtsever tutsaklara saldıran devlet (bu saldırıya karşı birçok hapishanede ölüm oruçları başlamış ve 12 tutsak ölümsüzleşmişti), biz kez daha bu yolu denemek üzere kolları sıvamış oldu.

Yeniden denenen bu yol ile devlet, bir kez daha hapishanelere saldıracağını, tutsakları hedef alacağını, yeni ölümlere ve katliamlara hazırlandığını ilan etmiştir.

Devletin bu süreçte atmakta olduğu adımlardan, iç savaşta olduğunu en açık eden de yine 696 sayılı KHK oldu. Bu KHK’nin 121/2. Maddesi ile resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hukuki, idari, mali ve cezai sorumlulukları ortadan kaldırıldı.

Aslınca çok daha önce getirilen bir düzenleme ile 15 Temmuz’da “darbenin” bastırılması için görev alan kamu görevlilerinin, kolluğun vs.nin sorumluluğu kaldırılmıştı. Fakat 696 sayılı KHK ile birlikte, siviller de bu kapsama alınmış oldular. Ve ayrıca bu değişiklikle sadece 15 Temmuzda görev alanların değil, bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin de her türden sorumlulukları kaldırılmış oldu.

Bu düzenleme ile her şeyden önce paramiliter grupların, sivil faşistlerin, envayi çeşit çetenin arkası hukuki koruma ile sağlama alınmış ve bunlar tarafından işlenecek suçların (cinayet, katliam vs.) önü açılmıştır.

Bir tweetin dahi terörle ilişkilendirildiği ve yüzlerce insanın bu sebeple soruşturma ve kovuşturmaya uğratıldığı bu ülkede, paramiliter grupların, sivil faşistlerin, çetelerin “teröre karşı” diyerek yapacağı her türden saldırı artık meşru hale getirilmiştir.

Son dönemin “gözdesi” silahlı Halk Özel Harekâtı ve benzeri faşist dernek ve oluşumların devrimcileri, demokratları, sosyalistleri ve yurtseverleri hedef alacak, katledecek saldırılarının önü açılmış ve bu oluşumlar açıkça teşvik edilmişlerdir.

AKP’nin devletin içinde bulunduğu iç savaşta kendisine yakın kitleleri savaşa ikna ve motive etmek, onları cesaretlendirmek arzusu ile yapmış olduğu bu düzenlemeler, taşıdığı ciddi risklerle birlikte kendi acziyetini de ortaya koyuyor.   

Köklü bir değişim çok yakın.

Devrimci Hukukçular