Yazdır

1941 yılı Kasım ayı... Naziler Moskova kapılarında. Cephe kimi yerlerde 30 kilometrenin altında. Hani nerdeyse top atış menziline girmiş. Sovyet başkenti muazzam bir baskı altında. Kimileri hükümeti Urallara taşımayı öneriyor. Böylece savaşı devam ettirebileceklerini savunuyorlar. Almanlar Sovyet başkentinin teslim edilmesini isteyen heyet göndermişler. Durum gergin.


SBKP Merkez Komitesi toplanmış. Hükümeti Urallar’ın ardına taşımayı savunanlar Stalin’e Moskova’yı terketmesini söylüyorlar. Stalin toplantıdakileri dinliyor. Ayağa kalkıyor ve Moskova’yı terketmeyeceğini söylüyor. Hükümetin görevinin başında ve Moskova’da olduğu radyolardan duyuruluyor. Mesaj açıktır: Moskova dimdik ayakta!

Cephe bir atımlık uzaklıkta. Kızıl Meydan’da sessiz Ekim kutlamaları hazırlıkları var. Stalin’in o sakin sesiyle zafere inancını haykırıyor Sovyet ülkesi. Savaş amansız. Ama moraller yüksek, inanç sağlam. Kremlin’de, Lenin’in mozolesi üzerinden onları selamlayan başkomutan artık cephe hattı olan kenti terketmemekte kararlı. Sesinde kararlılık ve güç var. Geçit törenine katılan birlikler doğrudan cepheye gidiyor. Nazi ordularının ilerleyişi durduruluyor ve püskürtmeye başlıyorlar. O gün o geçit törenlerine katılan askerlerin tamamına yakını hayatlarını kaybediyorlar cephede. Ama düşmanı Moskova’ya sokmuyorlar. Nazım’ın o güçlü dizeleriyle... “Düşman, inanılmayacak kadar uzak/ Yepyeni bir insan boyu kadar uzak Moskova’dan!”

Moskova’dayız. Devrimin 100. yıldönümü kutlamaları var. Kızıl Meydan’da ise bir provanın telaşı... Putin yönetimi Ekim Devrimi’ni kutlayacak değil ya, neyin nesi bu? İşte yukardaki hikaye burda giriyor devreye. Moskova’ya dayanan nazi ordularına karşı kenti teslim etmeyi reddeden, ölümüne savaşan Kızılordu’nun hikayesi... Peki ama bu olayın 76. yıldönümünü kutlamak da nerden icap etti? Ekim Devrimi’ni kutlamıyor Rusya devleti. Hatta dolaylı engeller çıkarıyor. Öyleyse nerden çıktı yukarda aktarılan muazzam direnişin anması?

Devrimin 100. yılı. Brezilya’dan, Arjantin’den, Şili’den, Almanya’dan, Katalonya’dan, İspanya’dan, İtalya’dan, Belçika’dan, İsveç’ten, Vietnam’dan, Çin’den, Avusturalya’dan, Donbass’tan, Türkiye’den... kopup gelmişler Ekim Devrimi’ni kutlamaya. Gözler Moskova’da, Leningrad’da. Bir rol çalma mı Putin yönetiminin yaptığı?

İşin aslı, daha önce de defalarca dile getirdiğimiz tarihin ironisinden başka bir şey değil bu. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin yıkılmasına yol açanlar, tarihin/toplumların hareket yasasından ötürü Sovyet coğrafyasını emperyalistlere karşı toparlamak göreviyle karşı karşıya kalıyorlar. Dönüp dönüp her cephede emperyalistlerle karşı karşıya gelmek zorundalar. Attıkları adımlar, kendileri hiç istemese de dünya devrimine, emekçi halkların özgürlük mücadelelerine hareket alanı oluşturuyor, dolaylı (veya bazen doğrudan) destek oluşturuyor. Çelişki derinleştikçe, emperyalistlerle olan kamplaşma da belirginleşiyor, sürtüşmeler sertleşiyor. Ve Putin yönetimi, tıpkı Moskova kapılarına dayanan nazilerin karşısındaki direngen komünistler gibi çeşitli komünist metaforlara dayanmak, ulusal duyguları güçlendirmek, moral motivasyonu ve ruh halini yükseltmek zorunda görüyor kendini. Komünizmin düşmanları komünizmin kahramanlıklarını tüm topluma tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor!

Kuşku yok, Putin yönetimi Rus oligarkların iktidarıdır. Burjuva yönetimdir. Bunu her fırsatta sergilemekten bir an olsun geri durmadı, durmayacaktır da. Ama tarihin ironisi işte... mevcut şartlarda Sovyetlerin dağılmasını “20. yüzyılan en büyük felaketi” olarak görecek, farklı açılardan Sovyet mirasına yaslanacak ve onu yüceltmek zorunda kalacak!

7 Kasım 1941’de kızılordunun geçit törenine atıfta bulunmak, baskı ve saldırı altındaki Rusya’nın yenilmeyeceğini söylemek demek. Ama öte yandan bu, uluslararası durumun nasıl büyük bir savaşın eşiğinde olduğunun en açık kanıtlarından biri. Ve bir de, tüm dünyanın aynı zamanda nasıl büyük bir devrim kasırgasına tutulduğunun ifadesi.

Bugün, 5 Kasım 2017’de Kızıl Meydan’da gördüğümüz provanın arka planında işte bu gerçekler var.

Dünyanın dört bir yanından gelen komünistler meraklı gözlerle provayı izliyorlardı bir taraftan. Diğer taraftan bayraklar sallanıyor, her dilde enternasyonal söyleniyordu coşkuyla.

Bir süre bekledik bariyerlerin arkasında. Sonra açtık pankartımızı, sessiz sedasız yürümeye başladık Mareşal Jukov’un anıtına doğru. Pankartımızı gören geldi, fotoğraf çekti, pankartın arkasına geçti. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada olgunlaşmakta olan devrimden bahsediyorduk tüm tahlillerimizde. Sloganımız da bunun ifadesiydi: Şimdi Devrim Zamanı! Lenin’in devrim tutkusunu, Ekim’in gerçek özünü, günümüz dünyasının mevcut durumunu bundan daha özlü ifade edecek, bundan daha uygun slogan bulmak zor. Tüm komünistlere temel görevimizi Ekim’in aynasında hatırlatmaktı amacımız: Şimdi devrim zamanı! Sloganı İngilizce, imzayı Türkçe tercih ettik. Sözümüz herkesçe anlaşılsın, imzamız nereden geldiğimizi anlatsın... Tahmin ettiğimiz gibi de oldu. Yol boyunca ilgi odağıydık. Pek çok ülkenin komünistiyle tanışma imkanı bulduk. Tabii Putin’in polisleriyle de! Neredeyse anıtın olduğu kısma varmak üzereydik. Polisler çevirdi etrafımızı. Pankart ve bayrakları toplayıp çantaya koymamızı istediler. Eylem alanında eylem yapabilirdik ancak, öyle Moskova’nın ana yürüme kollarından birinde değil! Bizi durdukları yerin 100 metre ötesinde bayraklar ve pankartlar ortalığı kaplamıştı oysa. (Demek farkında olmadan uzunca bir yürüyüş eylemi yapmışız!)

Arama noktalarından geçerek girdik alana. Yine pek çok dilde aynı anda söylenen Enternasyonal’in büyülü güzelliği yankılanıyordu meydanda. Gerçekten mükemmel bir şey Enternasyonal’i çok farklı dillerde aynı anda dinlemek. Müziğin armonisi hiç bozulmuyor, değişik dillerde ifade edilen sözler uyum içinde, yumruklar havada.

Meçhul Asker Anıtına çiçekler konuldu, tüm bu süre boyunca hemen her ülkeden komünistler farklı ülkelerden komünistlerle tanışmak için yoğun mesai harcıyordu. Uluslararası bir komünist odağın (bir komünist enternasyonalin) yakıcı ihtiyacını bundan daha açık ne gösterebilir ki! Komünistler enternasyonal bir birlik için çırpınıyorlar adeta. Güçlü bir merkez, bir odak yaratmak gerektiği öylesine açık ve öylesine yakıcı bir ihtiyaç ki, kimse gocunmuyor koşturmaktan, yorulup çekilmiyor kenara. Ekim Devrimi o tılsımlı eliyle hepimizi bir araya gelmenin şartlarını yaratma çabasına zorluyor adeta.

Buradan Lenin’in Mozolesine, Kızıl Meydan’a geçiyoruz. Uzun kuyruklar var. Pankartlar, bayraklar, marşlar... Cam tabut içinde Lenin... Sessizlik, muazzam bir sessizlik... Kimileri önünde durup yumruğunu kaldırarak selam duruyor. Çıkıyoruz. Arkada partinin, ordunun ve Sovyet yönetiminin kahramanlarının mezarları. Sverdlov’dan Jerzinski’ye, Kalinin’den Stalin’e... Çiçekler bırakılıyor her birine. Stalin’in mezarı çiçek yığınağı. Ona duyulan sevgi çok canlı.

Coşku yüksek. Kaynaşma, sıcaklık... Rus yoldaşlar konuşuyor, anlatıyorlar... Rusça bilmediğimizden anlayamıyoruz, ama onlar öyle coşkuyla anlatmaya devam ediyor. Biz kendi dilimizde veya bildiğimiz dillerde konuşuyoruz, onlar anlamıyor. Ama coşku bedenden bedene geçiyor. Sanki karşılıklı birbirimizi anlıyormuşuz gibi sıcaklık yayılıyor.

Akşam konser var. Biraz zahmetli bir yolculukla buluyoruz salonu. Kocaman salon tıklım tıklım. İzdiham var neredeyse. Klasik müzik konseri olacağını tahmin ediyoruz. Ama hiç öyle değil. İnanılmaz güzellikte bir gösteri ve müzik programı hazırlanmış. Pek çok sanatçı çıkıyor, kızıl ordu korosu yerini alıyor, piyano solosu... Herkes sadece bir parça söyleyebiliyor, öylesine kalabalık sanatçılar var. Ama sahnede en ufak bir duraklama yok. Hele kareografiler... Sovyet sanatının mükemmel yansıması! Soluksuz izliyoruz neredeyse üç saat süren programı. Özellikle çocukların gösterileri... kimileri daha anaokulu çağında. Bale, dans, müzik... O minik yüreklerin o mükemmel performansı neredeyse ağlatacak bizi. Bir kere daha komünistlerin sanatsal yeteneklerine hayran olarak ayrılıyoruz oradan. İçimiz gururla dolu. Evet, dünyanın bütün imkanlarına rağmen çürüyen burjuvazinin bu alanda elimize su dökebilmesi mümkün değil! Spasibo tovarishcham!

Mücadele Birliği / Moskova