< < Günümüzün İnsanlık Görevi

Sözü hiç dolandırmadan söylemek gerekirse, topluma sonsuz acılar çektiren bu düzeni yıkmak günümüzün insanlık görevi haline gelmiştir. Üstelik en acil, en başta gelen, daha ileriye ertelenemez bir insanlık görevi. Çünkü bu düzen, toplumu bir cinnet haline sokarak, topluma onulmaz acılar çektirmeye başladı.

Toplumun vicdanı kanıyor; kalbi sızlıyor. Düzenin derin bir yoksulluk, tarifsiz bir cehalet çukuruna yuvarladığı toplumun en alt sınıfları insan yüreğinin dayanamayacağı olaylarla gündeme gelmeye başladı.

Son günlerde peş peşe ajanslara düşen iki haber durumun ne kadar vahim olduğunu; düzenin, dinci faşist iktidarın toplumun en alt sınıflarını cehaletle açılmış vahşet çukuruna yuvarladığını gösteriyor. Haberlerin ilki, Zonguldak-Çaycuma'dan. Sağlık memuru olarak çalışan bir kişi, on altı yaşındaki oğlunu “Allah yoluna kurban” etmeye karar vermiş. Şöyle anlatıyor çocuğun babası:

Kendisini Allah yoluna kurban edeceğimi söyledim. Oğlum kabul etti. Olay yerine gittik. Kasaptan aldığım bıçağı çıkarttım. Oğlumu önüme oturttum. Ensesinden kestim.

İkinci haber ise, Konya'dan. Bu olayda da bir baba oğlunu yine dini bir gerekçeyle, çocuğu büyüyünce kendisi gibi günaha girecek diye, büyümeden öldürmeye karar vermiş. Yine baba anlatıyor:

Ben çok günah işledim ve cehenneme gideceğim. Oğlum da büyüdükçe günaha girecekti. Ben onu günaha girmeden cennete gönderdim. Oğlumu boğmadan önce ona kendisini öldüreceğimi söyleyip, özür diledikten sonra öptüm. O da 'Babacığım' diye sarılıp, 'Ben de senden özür dilerim' dedi ve sonra da boğarak öldürdüm”

Bu ne büyük trajedidir öyle! Sadece oğlunu öldüren baba ve küçücük oğlunun trajedisi değil bu. Bu, toplumun ezilen, sömürülen, yaşamdan kovulan bütün alt sınıflarının trajedisidir. Türkiye ve Kürdistan'da bu trajedi, bu tarifsiz acı, toplumun vicdanını, yüreğini kanatan bu tip olaylar artık her gün, her an değişik biçim ve gerekçelerle karşımıza çıkıyor. Tekil, istisna olmaktan çoktan çıkmış, toplumsal bir hal almış durumda. Toplumun en alt sınıfları, yoksulları, cehalete sürüklenmiş geniş bir kitle yeni bir düzleme geçmiş durumda. Ölüm, insan öldürme artık olağanlaşmış durumda. Kadınların her gün, sokak ortasında öldürülmeleri bunun bir diğer örneği ve kanıtı.

Burada “baba”ları suçlamanın anlamı yok. Tek tek kişileri suçlamakla bir toplumsal durum açıklanamaz. Bu, düzenin, dinci faşist iktidarın son derece bilinçli ve planlı olarak toplumun en alt sınıflarını getirdiği noktadır. “Dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz” diyen anlayışın, politikanın kaçınılmaz ürünleridir. Dün ekilen tohumlar bugün karşımıza yoksul insanların trajedisi olarak çıkıyor.

“Dindar ve kindar nesil yetiştirme” hedefinin rastgele söylenmiş bir söz olmadığı yıllar geçtikçe daha iyi anlaşıldı. Tekelci kapitalist düzen, ezilen, sömürülen kitlelerin cehaletinde kendi sığınağını buluyor; oradan besleniyor, orada kendini güvende hissediyor. Bu yüzden nasıl ki RTE'nin aktardığımız sözleri bir rastlantı değilse, adının başında “profesör doktor” bulunan birinin şu sözleri söylemesi de rastlantı değil:

Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halkın ferasetine ben güveniyorum. Biz de de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar bazıyor. Ben açıkçası korkuyorum.(Anlatım bozukluğu “profesör”e ait!)

İnanması güç ama bunlar gerçek ve daha fazlası var. Rastlantı olmayan bu olaylar, açıklamalar zinciri, tekelci sermaye sınıfının programıdır. Bu programın en pratik görünümü, kuran kurslarının bir örümcek ağı gibi her tarafı sarması, küçük çocukların körpe beyinlerinin erken yaşta teslim alınması; yoksulluk içinde yaşama tutunma yolunu dinde bulan büyüklerin de tarifsiz bir cehalet kuyusuna yuvarlanmasıdır.

Marx’ın deyimiyle “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır.”

Sorumlular, trajediye sürüklenen babalar ve oğulları değil, onları böyle bir cehalet kuyusuna iten işte bu sırtlanlar ve bu sırtlanların koruduğu tekelci sermaye sınıfı düzenidir. Toplum derin bir karanlığa sürüklenmiştir. Ama karanlık ne kadar koyulaşmış ise, aydınlık da o kadar yakındır. Toplumun en yoksul kitleleri artık ölümü iyice kanıksamışlarsa tekelci sermaye sınıfı, Koç'lar, Sabancı'lar bundan korksunlar. Çünkü ölümü kanıksamış ruh halinin arkasında bu cehennemden kurtulmak için göğü fethe çıkacak engel tanımaz bir enerji ve sonsuz bir cesaret saklıdır. Onlar yoksul, cahil kesimlerin ferasetine güveniyorlarsa biz de yoksul kitlelerin devrimci enerjisine, cesur atılımlarına güveniyoruz.

Faşist iktidarı bir başka burjuva iktidarla değiştirmek değil, bir devrimle emeğin iktidarıyla değiştirmek... Toplumun çektiği acılara son vermenin tek yolu budur.

Acil, güncel, en başta gelen görevimiz de budur.