Suudi Arabistan’ın arkasına Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır gibi ülkeleri alarak Katar’a karşı başlattığı hamle, duru gökte çakan bir şimşek gibi dünya gündeminin ortasına oturdu.

“Fol yok yumurta yok” denecek bir durum değildi gerçi; Suudilerle Katar arasında öteden beri bir çekişme yaşandığı biliniyor. Bununla birlikte Ortadoğu gericiliğinin merkezindeki bu iki devlet, başta Suriye olmak üzere bölge karşı-devriminin, dinci-faşist gericiliğin başlıca hamisi idiler.

Suudiler Suriye’de, Yemen’de ve daha pek çok ülkede dinci-faşist örgütleri, politik iktidarları ele geçirmek amaçlı maddi, teknik, silah vb. vb. yönlerden desteklerken, Katar da Suudi hanedanından geri kalmıyordu. Onlar da aynı amaç ve hedef uğruna bir araya getirilen katil sürülerini paraya boğuyor, silah, teknik, örgütlenme yönlerinden ne gerekiyorsa fazlasıyla yapıyordu.

İki ülkenin bu gericilik merkezi karşı-devrimci çabaları, Ortadoğu’da şeriata dayalı dinci-faşist bir iktidar yaratma hedefleri en bariz biçimini Suriye’de gösterdi. Yemen’i, İran’ı, Libya’yı, Afrika’nın geri kalanını saymıyoruz bile. Ne de olsa dünyanın ipini koparmışlarını satın almak, örgütleyip silahlandırmak, mobilize etmek için gerekli para çuvallarla idi.

Ortadoğu halklarını dinci-faşist iktidarların cenderesine sıkıştırmak için, yanlarına Türkiye’yi de alarak, harekete geçen gericilik merkezi bu iki ülkenin arkasında ise ABD vardı. Fransa’yı, İngiltere’yi Almanya’yı vs saymaya gerek yok. Ürdün bir yana, böylece asıl patronun ABD olduğu karşı-devrimci cephenin üç ayağı tamamlanmıştı: Suudi Arabistan-Katar-Türkiye.

Ufak-tefek atışmalar dışında, karşı-devrimin bu cephesinde işler yolunda görünüyordu. Gerçi Suriye savaş sahasında bu ülkelerin uzantısı dinci katil sürüler arasında ara sıra “iç savaş” çıkmıyor değildi. Ama bu çatışmalar daha çok geçici anlaşmazlıklar olarak algılanıyor, kimse bu çatışmaların, aslında katil sürülerinin sponsorları arasındaki çelişki ve çatışmaların derinleşmesinin belirtisi olduğunu farketmiyordu.

Trump denen, zeka düzeyi kendi ülkesinde bile tartışma konusu olan ABD Başkanı, Suudi Arabistan’a gelip bu ülkenin Kralı ve Mısır’ın faşist diktatörü Sisi ile birlikte düzenlediği, ilkokul müsamereleri düzeyini aratan, “küre seansı” cini şişeden çıkardı. Derinden derine süren çekişme, çatışma, birbirinin yerine göz koyma, zayıf olanın parasını, mafya yöntemleriyle iç etme isteği bir anda gün yüzüne çıktı.

RTE, dostlarının “asrın lideri” ya da “reis” dedikleri adam, “dostları”nın bir günde kılıçlarını çekmesi karşısında şaşkındı. “Bir oyun oynanıyor ama arkasında kim var çıkaramadık” diyor “asrın lideri” sıfatına “halel” getirme pahasına. Oysa kafayı yormaya gerek yoktu, sokaktan geçen herhangi birine sorsa, işin arkasında ABD’nin olduğunu söylerdi.

Ne olmuştu gerçekten ve her yerde karşı-devrim yollarını birlikte yürüyenler, neden birden bire birbirlerine kılıçlarını çektiler? ABD-Suudi cephesi Katar’ı “terörizmi” desteklemekle suçladı. Bu iddiaya sadece kargaların kahkahaları eşlik edebilirdi: hepsi aynı şeyi yapıyordu. Katar’ın İran’la “iyi” ilişkiler içinde olduğu söylendi; İran-Katar ilişkisi çok gerilimli değildi ama, hiç de kılıçların çekilmesini gerektirecek düzeyde değildi. Suriye’de Alevilerin kafasını kesenlerin sponsoru ve akıl hocası Katar’ı “şiileri desteklemek”le suçladılar, çocukları bile inandıramadılar.

Gerçekte olan biten şuydu: Emperyalistlerin, bunların başında da ABD geliyor, dünya egemenlikleri yıkılmaya başlamıştı. Emperyalistler, bu yıkımı durdurmak için dünya halklarına karşı bir dünya savaşı açmışlardı.

Savaşın ilk sahnesi Afganistan oldu. Hedeflerini tam anlamıyla gerçekleştiremeyince namlularını Irak’a çevirdiler. Irak, onlar için Afganistan’dan beter oldu. ABD, işgalden bir süre sonra tası-tarağı toplayıp çekilmek zorunda kaldı. Libya’yı akbabalar gibi parçalayınca, iştahları kabardı ve Ortadoğu’nun kilit ülkesi Suriye’yi gözlerine kestirdiler.

Böylece 2001’de başlattıkları dünya savaşının en kanlı ve sıcak sahnesi Suriye topraklarında ortaya kondu. Orada dinci-faşist bir iktidar kurarak -Müslüman Kardeşler, Ceyş ül İslam, El Nusra gibi sayısız çete ve katil sürüsünün iktidarı- hem Ortadoğu halklarını teslim almak hem de Ortadoğu’da bir karşı-devrim kalesi oluşturmak istediler.

Afganistan ve Irak’ta hedeflerine tam anlamıyla ulaşamamışlardı. Suriye’yi ele geçirirlerse hem eksik kalanı tamamlayacak hem de İran ve Rusya halklarını kuşatmış olacaklardı. Planlarından ve amaçlarına ulaşacaklarından o kadar eminlerdi ki, “asrın lideri” şimdi ıskartaya çıkarttığı “küçük enişte”yle birlikte altı ay içinde Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılmayı hayal ediyordu. Suudi hanedanı, Katar şeyhi farklı beklenti içinde değildi.

İşler ters gitti; Suriye ve Ortadoğu halkları, bu akbabaların beklemedikleri bir direnç gösterdiler. Altı ayda biter dedikleri savaş altı yıldır sürüyor ve daha önemlisi, zaferin ibresi Suriye ve Ortadoğu halklarından yana dönmeye başladı. Dinci-faşist çeteler, Suriye topraklarından sökülüp atılıyor ve onların sponsorları çaresizce olan biteni seyretmekten başka bir şey yapamıyorlar. ABD’nin ara sıra Suriye ordusuna hava saldırıları düzenlemesi savaşın girdiği rotayı değiştirecek nitelikte değil. Suriye ordusunun hava saldırıları altında Irak sınırına kadar ilerlemesi, IŞİD çetelerinin her gün şehir ve köylerden sökülüp atılması bunu gösteriyor.

Dinci-faşist çeteler ve dolayısıyla onların sponsorları olarak Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, ABD ve diğer tüm emperyalist devletler için yenilgi ufukta kendini göstermeye başladı. Savaşta yenilgi, salt bir askeri yenilgi olarak kalmaz. Yüzmilyar dolarları bulan harcamaların boşa gitmesi, halkın kendi yönetenlerine güvensizlik ve öfkesinin artması, moral bozukluğu, siyasi yenilgi; bunların hepsi askeri yenilgiye eşlik eder.

Bu durumda, özellikle havaya giden dev harcamaların birilerinin sırtına yıkılması için bir günah keçisi aranır. Suriye ve Yemen savaşında peş peşe gelen yenilgilerin günah keçisi olarak Katar seçildi ve Türkiye’nin dinci-faşist iktidarı, Katar’dan sonra sıranın kendisine geleceğinin korkusunu yaşamaya başladı. Suudi Arabistan’ı karşısına alma pahasına alelacele Katar’ın yanında safını ilan etmesinin nedeni burada yatıyor.

Hiç olmazsa savaş masraflarının faturasının Katar’a kesilmesi, mafya yöntemleriyle olacak gibi görünüyor. Katar’ın kendisine, olmadı dev bütçesine el koymak, Suudi ve Amerikan sırtlanlarının iştahını kabartıyor. Mafya literatüründe buna “kafa koparmak” denir. Elbette bu yağmada aslan payı Amerika’nın olacak ve Suudiler olay mahallinden bir kaç kemikle yetinmiş olarak ayrılmak zorunda kalacaklar. Türkiye ise, Katar’dan kendine bağladığı yem borusunun, çuvallarla getirilen milyar dolarların kesileceği kabusuyla uyanıyor her güne.

Korkunun ecele faydası yok. Mafya yöntemleriyle çalışan ABD, yanına aldığı Suudilerle birlikte Katar’ın “kalemini kırdılar”, Türkiye’nin dinci-faşist iktidarının Katar’dan bavullarla ya da çuvallarla milyar dolarlar getirme dönemi, bu dalaş nasıl biterse bitsin, sona erdi.

Kuşkusuz, dünya karşı-devrim cephesindeki bu şiddetli çatırdama, dünya emekçi halklarının mücadelesinin, emperyalist-kapitalist sisteme karşı şiddetli savaşlarının bir sonucudur. Emperyalist-kapitalist devletler ne yapsalar, sistemin çöküş sürecini tersine çeviremiyorlar. Afganistan’dı, Irak’tı, Suriye’ydi, Yemen’di derken şimdi de kendi aralarında şiddetli bir kapışmaya giriştiler. Kapışmanın şiddetini, bunların Suriye’deki izdüşümleri olan dinci-faşist çetelerin birbirlerine acımazca ve kanlı biçimde saldırmalarından da anlayabiliriz.

Onların sahte zafer çığlıkları, yenilgi feryatlarına dönüşüyor.

Bu daha başlangıç.