Yazdır

 

Açlık grevleri 140. gününe ulaşan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için birçok şehirde irili ufaklı her türden eylem, etkinlik, kampanya, girişim vs. şimdilerde sürdürülüyor. Her ne kadar gerekli ve yeterli bir doza ulaşmış olmasa da, grevcilerin seslerini duymayan kimse kalmamış görünüyor.

Açlık grevi ve bu grev için yapılan destek eylemleri, grevcilerin talepleri konusunda muhatap görülen hükümet kanadında henüz bir değişiklik yaratmış değil. Hatta başlarda grevin sonlandırılması çağrısı yapan hükümet yetkilileri, artık grevcileri toplum nezdinde kriminalize etmek için broşür yayımlayacak noktaya geldiler.

Nuriye ve Semih için yapılan eylem, etkinlik ve kampanyalarda en çok dikkatimi çeken ve en çok dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Özellikle sosyal medyada yürütülen kampanyalarda ve aydınların yaptığı destek konuşmalarında kullanılan “Nuriye ve Semih Yaşasın!”, “Nuriye ve Semih Ölürse İnsanlık Ölür!” sloganları bu dikkatimin belirleyicileri.

Nuriye ve Semih, 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL sürecinde çıkarılan KHK’lar ile kamudaki görevlerinden ihraç edilmişler ve bunun üzerine Ankara Yüksel Caddesinde bulunan “İnsan Hakları Anıtı” önünde (önce Nuriye başlatmış, her gün gözaltı ile sonuçlanan eylemlere sonradan Semih de katılmıştı.) “işimi geri istiyorum” dövizleriyle eyleme başlamışlardı. Eylemlerini 120. gününde açlık grevine dönüştüren Nuriye ve Semih, grevlerinin 75. Gününde gözaltına alınıp, tutuklandılar. Haksız olarak atıldıkları işlerine geri dönebilmek için bedenlerini açlığa yatıran ve her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşan Nuriye ve Semih için bugün “yaşasınlar” demek ne ifade ediyor? 

Nuriye ve Semih ne için yaşıyorlardı ve bugün gelinen noktada ne için ölüyorlar? Ya da ölüyorlar mı?

Herhangi bir eylemin, ne şekilde yapıldığından daha önemli bir mesele varsa o da eylemin ne için yapıldığıdır. Yani talebidir. Bugün Nuriye ve Semih’in talepleri neredeyse unutulmuş, sadece eylemlerinin gerekliliği/gereksizliği tartışılır olmuş durumda. Oysa tartışılacaksa Nuriye ve Semih Yaşasın! diye seslenilirken, bu seslenişin “tüm talepleri kabul edilsin” türünden bir içeriği de kapsayıp kapsamadığı konusu tartışılsın. Yoksa Nuriye ve Semih’in başladıkları noktaya, sıfır kazanımla yeniden dönmüş olmalarının kime ne faydası dokunabilir.

Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’un başrollerinde oynadıkları 1998 yapımı “Her Şey Çok Güzel Olacak” filminde, Cem Yılmaz’ın o meşhur “en azından hayattayız, bu da bir şey be abi” repliği bugün Nuriye ve Semih için nerede duruyor? Nuriye ve Semih için, inandıkları ve uğruna dövüştükleri dünya için, eylemleri için “her şey çok güzel olacak” önermesinin bir anlamı elbette var ama “en azından hayattayız, bu da bir şey be abi” eşiği, açlık grevi yapan bu eylemciler için çoktan aşılmış durumda. Bu durumda kimsenin onlar için yaşam güzellemesi yapmasına, iyimser konuşmasına ihtiyaçları yok. Ya da taleplerini ağzına almaksızın, onları sahiplenmeksizin, kuru “yaşasın” yakınmalarının da… Yaşamın onlar için yemek ve içmekten ibaret olmadığını, bedenlerini açlığa yatırarak zaten bin kez kanıtladıkları ortada. Hayata soldan bakanlar için, önüne konulanı yemek, üzerine biçileni giymek hiçbir zaman adetten olmamıştır, olmuyor da. Nuriye ve Semih kendilerine dayatılan “yaşama” biçimini yaşamaktan saymıyorlar, yaşamayı reddediyorlar.

Bu hususu, “Nuriye ve Semih Ölürse İnsanlık Ölür” sloganıyla birlikte ele almak gerekir. Son derece insani taleplerle gerçekleştirilen, politik bir eylemin “insanlık” gibi çoğu zaman bir şey ifade etmeyen bir kavramla ele alınmasını ben kendi adıma hatalı buluyorum. Ne açlık grevi eyleminin kendisi ne de bu eylemin beklentileri konusunda insanlık tartışmasının bir yeri yok. Nuriye ve Semih’in yapmış oldukları eylemin sınıfsallığını, bir savaşa karşılık geldiğini görmek gerekiyor. İş ve ekmek mücadelesi, yaşam mücadelesi hatta insan olma mücadelesi bile artık insanlıkla açıklanamaz. “İnsanlık” gibi genel bir kavrama en azından bizim ihtiyacımız yok. Nuriye ve Semih yarın ölümsüzleştiklerinde insanlık ölmüş olmayacak. Eğer insanlık denen bir şey vardıysa ve tarih boyunca bunca zulüm karşısında da ölmediyse, Nuriye ve Semih’le de ölmeyecektir. Bugün dünyada yiyecek bir tek lokma ekmeği olmadığı, önlenebilir hastalığı bilinçli olarak önlenmediği için ölen çocuklar adına yapılan insanlık çağrıları ne kadar gerçekse, açlık grevleri karşısında yapılan insanlık çağrıları da o kadar gerçektir. Yani yalandır. “İnsanlık” bu çağın mücadele şiarı değildir ve olmayacaktır.

Nuriye ve Semih açlık grevi yaparak ölmüyorlar. Aksine, onlar bu şekilde yaşıyorlar. Ellerinde kalan tek şeylerini, bedenlerini kendilerine zulmedenlere karşı mevzi olarak kullanıyorlar. Savaşıyorlar. Atlanmasın, onların yaşamaları açlık grevini bırakmalarına değil, bu savaşı kazanmalarına yani açlık grevlerini konusuz bırakacak kazanımlarına bağlıdır.

Nuriye ve Semih ölmesin isteniyorsa, önce Nuriye ve Semih’in savaşını sahiplenmek gerekiyor. Onlara merhamet değil, destek ve dayanışma göstermek gerekiyor. “Nuriye ve Semih Yalnız Değildir” demek ve gerçekten Nuriye ve Semih’i yalnız bırakmamak gerekiyor.

Devrimci Hukukçular