Yazdır

Mücadele Birliği Platformu, 1978 Maraş Katliamı, 19 Aralık 2000 Zindan Katliamı ve 2011 Roboski Katliamı’nın Aralık ayında yaşanmış olması nedeniyle Gazi Mahallesi Cemevi’nde bir belgesel gösterimi ve söyleşileri içeren etkinlik düzenledi.

İSTANBUL – Aralık ayı üç büyük katliamın yaşandığı bir ay olarak tarihe geçti. 1978 yılında Alevilerin katledildiği Maraş Katliamı, 19 Aralık 2000 yılında 20 Zindana eş zamanlı olarak düzenlenen operasyonla Zindan Katliamı ve 2011 yılında Roboski katliamı Aralık ayında yaşandı. Mücadele Birliği Platformu, tarihe insanlığın utancı olarak geçen bu üç katliamda yitirilenleri anmak ve bu katliamların unutulmaması amacıyla Sultangazi ilçesi Gazi Mahallesi Cemevi’nde bu üç önemli tarihi içeren bir belgesel gösterimini içeren bir etkinlik gerçekleştirdi.

Cemevi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen etkinlikte salona “Maraş – 19 Aralık – Roboski -Unutmadık Unutturmayacağız” yazılı afişler ve 19 Aralık 2000 Zindan Katliamında yaşamını yitiren devrimcilerin fotoğraflarının olduğu bir pankart asıldı.

Etkinlik sunucusu devletin 19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta Alevilerin katledilişinin, 19 Aralık 2000’de 20 zindana eş zamanlı operasyonla gerçekleştirilen katilam ve başkaldırının ve aynı zamanda 28 Aralık 2011 yılında çoğu çocuk 34 kişinin katledildiği Roboski katliamında yitirilenleri anmak, bu tarihleri unutmamak için bir araya gelindiğini ifade ederek etkinliğe katılanları saygı duruşuna davet etti.

 

Maraş Katliamı Kürt Alevi Toplunun Yükselen Mücadelesini Sindirmeye Yönelikti

19-26 Aralık 1978’de sivil faşist çetelerin polis ve ordunun kışkırtmasıy, gözetimi ve desteği altında Maraş’ın yoksul alevi kesimlerinin yaşadığı emekçi semtlerine saldırısıyla başlayan katliama değinildi. Faşizme karşı mücadele veren, faşizme karşı devrimcilerin yanında yer alan Kürt-Alevi toplumun katliamla sindirilmeye çalışıldığı belirtildi. Kadın, erkek, çocuk demeden 111 insanın katledildiğini ve bunun tarihteki en vahşi katliamlardan biri olduğu belirtildi.

Günlerce süren Maraş Katliamının “Müslüman Türkiye, Allah için cihad başına” sloganlarıyla katliam yapanların, “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirttiremezsiniz” diyenlerin ve bundan destek görenlerin eseri olduğu ifade edildi.

 

19 Aralık Katliamı Devletin Şiddet ve Zorbalığının En Açık Göstergesidir

19 Aralık katliamının devletin şiddet ve zorbalığının en açık göstergesi olduğu ve 20 zindana birden operasyon düzenlenerek 28 devrimcinin katlediliği ve yüzlercesinin de yaralandığı, sonrasında F tipi zindanlarda süren ölüm orucu eylemlerinde ise 122 devrimcinin ölümsüzleştiği yüzlercesinin ise sakat kaldığı aktarıldı.

 

Roboski Katliamı Mücadelenin Yükselmesini Engelleyemedi

28 Aralık 2011 tarihinde TSK’ya ait savaş uçaklarının bombardımanı nedeniyle Roboski’de 19’u çocuk 34 kişinin hayatını kaybettiği hatırlatıldı. Roboski katliamıyla Kürt halkının devrim mücadelesinin önünün alınmasının amaçlandığı belirtildi. Fakat Roboski katlima ve sonrasındaki katliamlar ve baskılara rağmen halkların cevabının devrimci mücadeleyi yükseltmek olduğu ifade edildi.

 

19 Aralık 2000 tarihinde zindanlarda devrimcileri katledenlerin bugün F tipi zindanlarda tecriti ve tek tip elbise giymeyi dayattığı vurulanarak 19 Aralık’ın devrimci tutsakların “Ölürüz ama asla teslim olmayız” dedikleri ve dört yıl boyunca sürdürülüen mücadelenin tarihi olduğu ve devrimci iradenin teslim alınamayacağının göstergesi olduğu, iktidarlar karşısındaki zaferi olduğu vurgulandı.

Kısa aktarımların ardından tarihe geçen bu üç katliamı içeren belgesel izlendi. Belgesel gösteriminin ardından 19 Aralık 2000 tarihinde “Hayata Dönüş” adı altında 20 zindana birden gerçekleştirilen operasyon sırasında Çanakkale Zindanı’nda bulunan Vefa Serdar kürsüye gelerek o dönemde ülkedeki ekonomik ve politik durumu, zindanlara yönelik salırının nedenlerini ve devrimci tutsakların destansı mücadelesini aktardı.

Devletin Tarihi Katliamlar Tarihidir”

Devletin tarihinin katliamlar tarihi olduğunu belirterek katledilen, idam edilen devrimcilerin isimlerin andı. Kürtlerin, Alevilerin katledildiğini bugün de katliamların devam ettiğini belirtti.

Devletin 19 Aralık 2000 Zindan Katliamı öncesinde büyük bir ekonomik ve siyasi kriz yaşamakta olduğunu belirtti. Ecevit hükümetinin bu krizi yönetemediğini çok açık olarak görüldüğü, devrimci mücadelenin yükseldiği ve zindanların da bu devrim mücadelesinin en çok yükseldiği alanlardan biri olduğunu belirtti. Dışarıdaki devrimci mücadeleden koparılmak amacıyla zindanlara konulduğunu fakat buna rağmen toplumla, emekçi insanlarla kuvvetli bağlarının bulunduğunu ifade eden Serdar, tutsaklığın bir mağdur edebiyatı üzerinden ele alınmaması gerektiğini, tarih boyunca katliamlar olduğu kadar bunlara karşı devrimcilerin de var olduğunu ve gereken karşı koyuşu, mücadeleyi gösterdiklerini ve tarihin bu yönüyle ele alınması gerektiğini vurguladı.

 

Bu Destansı Mücadele Olmasaydı Devlet Toplumun Öncülerini Yendiğini Anlatacaktı”

Eğer 19 Aralık 2000’deki zindan katliamında devrimcilerin destansı mücadelesi olmasaydı, devletin toplumun öncüleri olan devrimcileri sessiz sedasız yenmeyi başardığını ve F tipi zindanlara koyduğunu göstererek toplum üzerinde çok daha etkili bir sindirme politikası yürütebileceğini ifade eden Serdar, fakat zindanlara yapılan saldırının hiç de devletin istediği şekilde gerçekleşmediğini ve her ne kadar devrimci tutsaklar şimdi F tipi zindanlarda olsalar da büyük bir mücadeleni verildiğini ve devletin onca gücüne ve katliamlara rağmen yenildiği bir saldırı olduğuna dikkat çekti.

“Yüreğini bir mermi gibi namluya sürmüş devrimci tutsaklar bu büyük saldırının yaşanacağını biliyor ve hazırlıklarını da yapıyorlardı” diyen Serdar tutsak olmalarına ve kısıtlı imkanlara rağmen ellerindeki herşeyi bu saldırıya karşı kullanarak savaştıklarını aktardı.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in içeriyi teslim almadan dışarıda yükselen devrimci mücadeleyi teslim alamayacaklarını açıkça ifade ettiğini belirten Serdar Ecevit’in aynı zamanda Maraş Katliamında da sessiz kaldığını vurguladı.

Devrimci tutsakların F tipi zindanlara konulabilmesi için tüm yayın organlarıyla bunu işleğini, Adalet Bakanlığı’ndan ve Avrupa’dan heyetlerin yapımı süren F tipi hapishanelere gönderilerek F tipi hapisnalerin devrimci tutsakların kalması için uygun olduğunu, tüm ihtiyaçlarının sağlanabileceği, daha uygun ve sağlıklı yerler olduğuna dair raporlar hazırlamasının sağlandığını hatırlatan Serdar “Biz Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetleri değil, ama İnsan Hakları komisyonlarından, Avrupa Biriği’nden gelen heyetlerin F tipler hakkında olumlu raporlar vermelerini hayretlerle izliyor ve karşılıyorduk” dedi.

 

Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin Mazlumların Geleneğinden Geliyoruz”

Fakat Türkiye devletinin Avrupa Birliği’ndeki ve ABD’deki sermaya dostlarından destek almasa tek başına böyle büyük bir katliamı yapmaya girişemeyeceğini ifade eden Serdar çünkü devletin devrimci tutsakların Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Mazlum Doğan gibi devrimcilerin geleneğinden geldiğini ve tek başına bu mayaya sahip devrimci tutsakları yenmesinin imkansızlığının bilincinde olduğunu vurguladı.

Sadece Sağmalcılar Zindanı’na yapılacak operasyon için 100 adet ceset torbası getirildiğini aktaran Serdar, “Bu ilan edilmiş bir katilamdır, teammüden adam öldürmektir. Bu önceden her şeyi planlanmış ve ulu orta konuşulmakta olan bir katliamdır” diyerek devletin pervasızlığına da dikkat çekti.

 

Ulucanlar ve Buca Katliamları 19 Aralık Katliamını Provasıdır”

19 Aralık 2000 öncesi döneme de değinen Vefa Serdar devletin Ulucanlar ve Buca Zindanlarındaki katliamlarını da hatırlatarak bunların aslında 19 Aralık 2000’de yapılacak zindan katliamlarının provaları olduğunu, zindanladaki devrimci tutsakların iradesini teslim almak amacıyla yapıldığını belirtti. “Bu katliamlar karşısında mert olanlar devrimci duruşunu sürdürdü, namert olanlarsa bu katliamlardan sonra siyasi olmayan koğuşlarda kalmayı tercih ederek, devrimci tutsaklardan farklı bir bölümdeki koğuşlarda kalmayı tercih ederek saflarını belirlediler” dedi.

“Cesaret denilen şeyin asla korkmamak değil, bilincini örgütlemek ve böyle bir saldırıya karşı devrimci duruş sergilemeye hazırlıklı olmaktır” diyen Serdar, devrimci tutsakların bu önceden planlı saldırıyı bilerek ve bilinçlerini örgütleyerek kısıtlı imkanlarını kullanarak devletin bu saldırısı karşısında teslim olmadıklarını belirtti.

Zinanların devrimci tutsaklar için beyinlerini, halkı ve devrimi örgütledikleri bir mücadele alanı olduğunu vurgulayan Vefa Serdar bunun da bir komünist en önemli görevi yaşam biçimi olduğunu belirterek Zindanlarda ortak etkinlikler yaptıklarını ve birbirlerini zenginleştirdiklerini geliştirdiklerini söyledi.

Devrimci tutsakların bu yönünü bilen devletin, tekellere ait medyanın tüm imkanlarıyla zindanları devrimci tutsakları hedef gösterdiğini ve anti propagandasını yaptığını hatırlatan Serdar “Hayata Dönüş” adını verdikleri operasyonla kendi kontrollerindeki adli koğuşlardan getirdikleri silahları, cep telefonları vb materyalleri, devrimci tutsakların koğuşlarından çıkmış gibi gösterildiğini aktardı.

 

1996 Ölüm Orucu Eylemiyle Devlete Geri Adım Attırdık”

1996 ve 1999’da yapılan açlık grevleri ve ölüm oruçlarına ilişkin eleştirilere de değinen Serdar, “Açlık grevleri, ölüm oruçları elbetteki bir devrimcinin kolay kolay tercih edeceği bir yöntem değildir. Ama öyle anlar gelir ki elinizde bedeninizden başka silahınız mücadele aracınız kalmaz. İşte böyle anlarda bir devrimcinin bedenini açlığa, ölüme yatırmasının bir amacı vardır. Bir mesaj vermektedir. Bu emekçi halklara, eğer bizleri sizlerin geleceği için mücadele edenler olarak görüyor bizleri seviyorsanız, bize güveniyorsanız, bizim zindanlarda verdiğimiz mücadeleye sahip çıkın, dışarıda size yapılan saldırıların bir ayağı da zindanlarda bize yapılan saldırıdır diyen bir mesajdır ve 1996 yılında emekçi halklarımız bu mücadeleye sahip çıktılar. Analarımız panzerlerin altında kaldılar, devrimci tutsakları sahiplendiklerini gösterdiler, gençlerimiz, işçi sınıfı sokaklara çıkarak devrimci tutsaklara sahip çıktıklarını gösterdiler” diyerek, bu mücadele sayesinde devletin geri adım atarak 4 ve 10 Mayıs genelgelerini geri çekmek zorunda kaldığını hatırlattı.

 

Devletin Ekonomik ve Politik Krizden Çıkabilmek İçin Önce Zindanlara Saldırır”

Devletin zindanlarda defalarca katliamlar gerçekleştirdiğini söyleyen Serdar, devletin ekonomik ve siyasi krizini atlatabilmesinin, işçi ve emekçilerin devrim mücadelesinin önünü alabilmesinin tek yolunun devrimci tutsakları teslim almakla olabileceğinin farkında olduğunu belirtti.

Devrimci tutsakların zindanlarda bir merkezi koordinasyon oluşturarak birlikte karar alıp birlikte hareket ettiklerini aktaran Serdar, 1999’da beklenen saldırıya ilişkin hazırlıklar sırasında merkezi koordinasyonda yer alan bazı siyasetlerin, devletin bir anlaşma yoluna gideceği beklentisiyle yanlış ve erken bir kararla ölüm orucunu başlattıklarını vurguladı.

 

Devlet Bize Saldırmadan Biz Karşı Saldırıya Geçmeliydik”

Leninist tutsakların ise devletin beklenen saldrısı karşısında ölüm orucu eylemi yapılabileceğini fakat, bu kez devletin 1996’daki gibi görüşme yoluna gitmeyip devrimci tutsakların ölümünü beklemek yoluna gidebileceğini, dışarıdaki ailelerin baskı altına alınabileceğini belirten Vefa Serdar, dışarıda ailelerin ‘mücadelenin meşruiyeti’ söylemiyle reformist siyasetlerin Avrupa Birliği heyetlerinin yapacağı görüşmelerle çözüme gidileceği yönünde bir beklentiye yönlendirildiğini ifade etti. Oysa 1999 yılında da ailelerin devrimci tutsakların nasıl bir tutum alacaklarına baktıklarını ona göre hareket etmeye hazır olduklarını belirterek, “Eğer devlet bize saldırmadan biz bir saldırıya geçmiş olsaydık bugün yaşamış olduğumuz ağır bedelleri yaşamayacaktık. Kaldı ki, aileler bu beklenti nedeniyle saldırıdan sonra yaralanan, ölüm oruçları nedeniyle sakatlanan çocuklarına bakabilmenin telaşına düştüler ve güçlü bir karşı koyuş, devrimci bir mücadeleyi yürütmekten geri kaldılar” dedi.

 

Direnme Mantığı Sizi Bulunduğunuz Alana Hapseder”

19 Aralık 2000 sürecinde devlet bize saldırmadan biz karşı saldırıya geçmiş olsaydık bu ağır bedelleri ödememiş olurduk. Belki yine katledilirdik ama bunca yoldaşımız sakatlanmazdı. Devrim mücadelesinde öyle anlar vardır ki, ‘direnme’ mantığı yerine “karşı saldırı” mantığı ile hareket edilmesi gerekir. Direnmek de çok değerlidir. Fakat bazı anlar vardır ki, siz o direnme durumundan karşı atağa geçmek zorundasınızdır. Çünkü devrimin belli bir anında artık ‘direnme’ mantığı bir aşamada sizi bulunduğunuz alana hapseder. Ve artık o hapsolunan alanda yapacak bir şey kalmaz ve yenilgiye mahkum olursunuz” diyen Vefa Serdar 1996 yılında bunun sağlanabildiğini fakat 1999’da Leninist tutsakların tüm uyarılarına rağmen üç siyasi hareketin karşı saldırıya geçmek yerine ölüm orucu eylemini başlattığını aktardı.

 

Leninist Tutsakların Uyarısı Dikkate Alınmadı”

Bu siyasetlerin beklentilerinin ölüm oruçları başlayınca Avrupa Birliği’nden heyetlerin devrimci tutsaklara destek vereceğini ve devletle görüşmeler yapacağını, dışarıda da ailelerin devrimci tutsakları sahipleneceğini ve bunun kısa zamanda anlaşmaya varılarak çözüleceği yönünde olduğunu ifade eden Serdar, fakat gelişmelerin beklendiği gibi olmadığını ve devletin tam da Leninist tutsakların uyarısını yaptığı şekilde tutum aldığnı ve devrimci tutsaklarla görüşmeye bile gelmediğini, devrimci tutsakların ölümünü izlediğini, F tiplerinde de ölüm oruçlarının devam ettiğini ve tam 7 sene sürdüğünü ve yüzlerce devrimci tutsağın bu nedenle sakat kaldıklarını hatırlattı. Kısmi bir afla devletin zorla müdahale edilen devrimci tutsakların serbest bırakıldığını ve ailelerin çocuklarının tedavisiyle ilgilenmekten başka bir şeyle ilgilenemediklerini ve bunun da devlet tarafından planlı ve bilinçi olarak yapıldığını belirtti.

19 Aralık 2000 saldırısında devrimci tutsakların devletin saldırısına nasıl devrimci bir bilinçle karşı durduklarını ve ilk olarak ses bombalarıyla saldırdığını, devrimci tutsakların karşı saldırısında ise çil yavrusu gibi dağıldıklarını aktardı. Çanakkale Zindanı’nda devrimci tutsakların destansı mücadelesini anektodlarla aktardı.

 

Öyle Anlar Olur ki, Ölüm Gözünüzde Küçülür”

Çanakkale Zindanı’nda devlete karşı verilen savaşta reformistlerin nasıl devrim mücadelesine ihanet ettiklerini de en çarpıcı biçimiyle yaşadıklarını aktaran Vefa Serdar “Öyle anlar gelir ki, ölüm gözünüzde küçülür ve siz zindanda bulunan tüm devrimci tutsaklarla yoldaşça birbirinizi kollayarak düşmana karşı mücadele edersiniz” diyerek Nazım Hikmeti’in şiirinden bir bölüm okudu.

Kendisinin de koluna isabet eden döner başlıklı bir gaz bombasıyla yaralandığını, operasyon sonrasında hastanede ilk ameliyatı olduğunu fakat sonrasında F tiplerinde tedavisinin yapılmaması nedeniyle kolunun kangren olduğunu ve kesmek zorunda kalındığını söyledi.

 

Namlulara Karşı Marş Söyleyerek Yürüdük”

Biz orada bine yakın gaz bombası atılmasına, iş makineleriyle duvarlar delinmesine, üzerimize kurşunlar yağdırılmasına rağmen ‘teslim olmayacağız’, ‘biz kazandık’ diyerek mücadele ettik ve 4 gün süren o mücadeleden başımız dik olarak çıktık” dedi.

Zindanda çekilecek başka bir nokta kalmayıp spor salonunda sıkıştıklarını ve ölüm orucundaki yoldaşların da üzerlerine gaz bombaları yağmaya başladığını ve hep birlikte çıkma kararı aldıklarını aktaran Vefa Serdar, ayakta durabilenlerimiz kol kola girerek ve sloganlar atıp marşlar söyleyerek üzerimize kurşun yağdırmak üzere namlularını bize çevirmiş olan özel harekat timlerine doğru yürümeye başladık ve bu şekilde zindandan dışarıyı çıktık” dedi.

 

“Biz Nasıl Hücre Hücre Ölmesini Biliyorsak...”

19 Aralık 2000 saldırısının ölüm oruçlarını bitirmek gerekçesiyle yapıldığını fakat F tipi zindanlarda ölüm orucuna giren tutsak sayısının daha da artarak devam ettiğini aktaran Serdar “7 yıl süren ve 122 yoldaşımızın ölümsüzleşmesine neden olan çok büyük bir savaştır ve binlerce derslerle doludur” dedi.

Vefa Serdar sözlerini bir siper yoldaşının mektubundan “Biz zindanlarda nasıl hücre hücre ölmesini biliyorsak, dışarıda da yoldaşlarımız günün her anında devrim için çalışmasını bilecektir” alıntısın aktardı. Tüm devrimcilerin yaşamın anlamını ve yaşamlarında ne yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını, her an sorgulamaları gerektiğini, bilinçlerini uyanık tutmaları gerektiğini belirten Vefa Serdar “İşte o zaman sizi işkence de, zindanlar da, kurşunlar da, katliamlar da korkutamaz. O zaman beyninizi örgütlersiniz, kendinizi, halkları ve devrimi örgütlersiniz. Ve devrim mücadelesi bu şekilde yükseltilebilir, zafere ulaşılabilir” diyerek sözlerini tamamladı.

Ardından yeni tahliye olan devrimci genç bir kadın, 19 Aralık Katliamını tutuklanmadan önce de bildiğini fakat bu katliamın neden yapıldığını tutuklandıktan sonra o dönemi yaşayan yoldaşlardan dinledikten sonra daha iyi kavradığını ifade etti.

Zindanlarda devrimci tutsakların iradesini teslim almak isteyen devletin bugün de oradaki komünal yaşamı bozmaya, çeşitli hak gaspları ve kısıtlamalarla bunu sağlamaya çalıştığını aktardı.

Devrim mücadelesini teslim alabilmenin ilk önce devrimci tutsakları teslim almaktan geçtiğini bilerek saldıran devlete karşı dışarıda da mücadeleyi yükseltmek ve karşı saldırıya geçmek gerektiğini belirtti.

Emeğin dünyasını kurabilmek kazanılan mevzileri korumaya çalışarak geçirebileceğimiz bir dönemde olmadığımızı ve büyük bir fırtanın öncesinde olunduğunu ve kazanabilmek için mücadeleyi yükseltmek ve daha ileri atılmak zorunda olunduğunu ifade ederek sözlerini tamamladı.