Yazdır

Bugünlerde yaşadığımız coğrafyada, sınıf mücadelesinin ve bununla birlikte gelişen toplumsal mücadelenin büyük bir kutuplaşma içinde olduğu su götürmez bir gerçek. Faşizm ve devrim güçleri arasında tarihsel bir hesaplaşmaya doğru gidildiği sol hareketlerin hemen hepsi tarafından açıkça bir devrimci durum tespiti yapılmadan da olsa üstü kapalı bir şekilde kabul ediliyor ve hemen her ortamda dile getiriliyor. Fakat, gelinen noktada kullanılan söylemlerin, sloganların ve yürütülen mücadelenin tavrı/özü/içeriği ne olmalı tartışmasına geldiğinde bu durum sol/sosyalist/devrimci hareketler arasında büyük bir ayrıma yol açıyor. Bu büyük ayrım akıllara çok genel bir soruyu getiriyor: Kelimenin özü itibariyle muhalif olmak ve karşıt olmak aynı yerde buluşabilir mi?

Muhalif kelimesi TDK’de “Bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa aykırı olan kimse” olarak tanımlanıyor. Burjuva literatüre göre muhalif olmak her ne kadar sisteme karşıt olmakla aynı anlama gelebilecek şekilde tanımlanmış olsa da durum, Marksist literatürde biraz daha faklıdır. Marksist literatürde muhalif olmak burjuva sol eğilimler için iktidar partisine ve iktidar organlarına, sömürü düzenine ve düzenin baskı araçlarına sistem içerisinde bir karşıtlık ile sınırlandırılır. Hatta çoğu zaman sömürü düzeni, kapitalist sistem, muhalefet içerisinde söz konusu dahi edilmez. Örneğin bir faşist parti bir diğer faşist partiye hatta bir faşist parti üyeleri kendi parti üyelerine bile muhalif olabilir. Günümüzde bu saydıklarımızın hepsinin örneğini genel siyasi akımlarda çok açık bir şekilde görebiliriz bunun için parlamentoya şöyle bir bakmak bile yeterlidir. Fakat bu muhalif yönelim parlamento dışında da çoğu yerde burjuva sol siyasetleri düzeni aşamama, emek-sermaye çelişkisini tarihsel olarak burjuvaziyi ve proletaryayla birlikte emekçi sınıfları devrim ve karşı devrim olarak ayırdığının üzerinden atlamaya itmektedir.

Bu coğrafyada daha faşizmin varlığının ayırdına varamayan; faşizmi doğru kalıplar içerisine oturtamayan, kendilerini muhalif olarak nitelendirenler AKP karşıtlığı altında “muhalif” bir cephe örgütleme çabaları içine düşmüşlerdir. Bu “muhalif” tavırları nedeniyle her platformda neredeyse “AKP gitsin de yerine kim gelirse gelsin”in, “Bilimsel, laik eğitim”in içi boş, düzen içi savunuculuğunu yapmaya soyunuyorlar. Bu siyasi eğilimler Türkiye ve Kürdistan’da hakim olan tekelci gericiliğin, toplumun yaşayan her hücresinde ve devletin her kurumunda gericilik olduğunu göremiyorlar. Sınıf mücadelesine, kadın mücadelesine, öğrenci gençlik mücadelesine bakış açılarında da bilimsellikten uzak politik söylemlerde bulunuyorlar. Örneğin üniversitelerde ‘Üniversiteleri savunalım, laik eğitim için mücadele edelim’, sokakta ‘yeni bir cumhuriyet, adalet, hukuk’ gibi söylemlerle gençliği, emekçileri oyalamaktan vazgeçmiyorlar. Laikliğin bu topraklarda gerici-burjuva cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana hiç bulunmadığını, faşizmin bu topraklarda devlet eliyle darbeler, muhtıralar ve tekelleşmenin gelişmesiyle kurulduğunu tahlil etmek faşizmin bilimsel olarak kavranmasından geçmektedir. Bugün fabrikalarda, sokaklarda, üniversitelerde, devlet kurumlarında, medyada faşizmin bir yönetim biçimi olarak egemen olduğunu ortaya koyabilmek "faşizm iç başkalaşım geçiriyor, faşizmin pratikleri var, faşizmin ayak sesleri" gibi muğlak ve bilimsellikten uzak ve "muhalif" yorumlamaları boşa düşürmemizi sağlayacaktır. Dinci-faşist iktidarın bilime dair olan her şeyi yok sayması, yasaklaması, evrimi dahi ders kitaplarından kaldırması, küçük yaşlardan itibaren çocuklara okullarda cihat eğitimin verilmesi, kadınlara yönelik yükselen gericilik bir adamın ya da sadece bir partinin istek ve arzularına göre gelişen bir gericilik değil, sermaye sınıfının sistemli saldırılarının ve sınıf çıkarlarının bir sonucudur.

Bugün, gelişen devrimci duruma karşı sermaye sınıfının iktidarını hedef alacak söylemlerden uzak, düzene kanalize olmuş, devrim söylemlerine dair net bir program, hedef sunmayan "muhalif" bir siyasal eğilim mevcut. Bizim açımızdan durum düzen içi muhalefet safsatalarına, parlamentoda sandalye kapma çabalarına ve sisteme muhalif olmaya değil sırtını işçi sınıfının, gençliğin, emekçilerin bağımsız örgütlenmesine sisteme karşıt bir siyasi kanal oluşturulmasına bağlıdır. Düzen içi muhalefet bu topraklarda yıllardır bir takım gerici burjuva partiler tarafından zaten verilmektedir. İçinde bulunduğumuz karanlıktan çıkış ise salt bir AKP'den kurtulma ile sınırlandırılamaz. AKP, temsil ettiği tekelci sınıf ve o sınıfın egemenliğini muhafaza etmek için çalışan faşist devlet ile birlikte alaşağı edilmediği ve yerine devrimci demokratik bir devlet kurulmadığı sürece karanlıktan çıkış mümkün değildir. Gençlik olarak bizler de sert esen yoğun burjuva sol "muhalif" akımlara kendini kaptırmadan faşizme karşı devrimci yöntemlerle mücadelemizi sürdürmeliyiz. Bu karanlıktan çıkış bizler için de kampüslerden, okul sıralarından emekçi sınıflarla birlikte omuz omuza demokratik halk devrimi için mücadele etmekten geçmektedir.

Umut Güneş