Yazdır

Bilincin ortaya çıkması, insanımsıların milyonlarca yıl süren biyolojik evrimi, bu evrimin bir aşamasından sonra doğada bulunan nesnelerin kullanımıyla daha sonra da alet yapımı ile birlikte sürmesi ve bu temel üzerinde gelişen toplumsal ilişkilerle olanaklı olmuştur. Açalım.

İnsanımsıların evriminin ilk dönemi, salt biyolojik evrim sürecidir. Yani çevre koşullarına ayak uydurabilme çabasının, korunma ve beslenme içgüdüsünün ürünü olarak; insansıların iki ayağı üzerinde durmaya başlaması, ön ayaklarının kollara, pençelerin ellere dönüşmesi ve kafatası ile beynin büyümesini sağlayan diğer anatomik-fizyolojik dönüşümlerin gerçekleşmesidir.

Milyonlarca yıl süren bu süreçte etçil beslenmenin ve ateşin kullanılmaya başlanması iki önemli gelişme olmuştur. Çünkü bunlar, özellikle beynin ihtiyaç duyduğu yüksek miktarda enerji ihtiyacının sürekli karşılanmasını ve çene ile kas yapısının değişimini sağlayarak biyolojik evrim sürecinde beynin büyümesinin önünü açmışlardır. Bu sayede, insansıların beyin hacmi, günümüz modern insanınkinin üçte birine ulaşmıştır. Başka bir deyişle, günümüz şempanzelerininki kadar olmuştur. Çok küçük gibi görünse de, unutulmamalıdır ki, vücut ağırlığına oranı açısından diğer canlılarla kıyaslandığında; dönemin en büyük beynine sahip canlısı da insanımsılardır.

Günümüzden 2,5 milyon yıl önce ise, insanın evrimsel sürecinde önemli bir gelişme yaşanır. İnsanımsılar, doğadaki nesneleri korunmak ve avlanmak için kullanmaya başladılar. Özellikle taş, kemik parçaları ve büyük ihtimalle ağaç dallarını. Bu, insanlaşma sürecinde önemli bir uğraktır. Çevre koşullarına uyum sağlamak şeklinde süren biyolojik evrime, ilk defa, insanımsıların taş vs. ile çevre koşullarına müdahalesi eklenmiştir. Ama halen insanımsı olma sınırı aşılamamıştır. Çünkü insanımsının taş vs. ile ilişkisi, anlık, geçici ve doğal olmanın ötesinde değildir. Tıpkı günümüzde başta şempanzeler olmak üzere bir çok canlının kurduğu ilişki gibi. Öyleyse önemi nereden gelir?

İnsanımsıların geçirmekte olduğu evrimde şu üç olgunun, 1) başta yürüme ve kafatası değişimi olmak üzere yaşanan biyolojik dönüşümün 2) ateş kullanımı ile etçil beslenmenin 3) alet kullanımının başlamış, kesişmiş olmasından gelir.

Bu üç olgu, yaklaşık 1 milyon yıl boyunca birbirini etkileyerek, birbirini dönüştürüp ilerleterek insanımsıların insana doğru evrimleşmesinin yolunu açacaktır.

Bu bir milyon yıllık sürecin sonunda yani günümüzden 1,6 milyon yıl önce, bu sürecin en önemli sonucu ortaya çıkar: insan eliyle yapılmış aletler. Yani, doğada bulunan taş vs.yi geçici süre kullanıp terk etme, zamanla, doğada bulunan taş, kemik vs.ye şekil, biçim vererek sürekli kullanmaya dönüşmüştür. Bir milyon yıl boyunca doğadaki nesnelerden anlık, geçici de olsa yararlanmanın insanımsılarda oluşturduğu anı birikiminin; ve bunun devam eden biyolojik evrimi etkileyerek ve etkilenerek sürmesinin ürünüdür bu gelişme.

Yapılan arkeolojik çalışmalarda bu döneme ait el baltaları bulunmuştur. Bunlar, insanların yaptığı ilk aletler olarak biliniyor ve Acheulean kültürü olarak tanımlanmaktadır. Yine bu aletlerin bulunduğu yerde ortaya çıkan insan fosilleri incelendiğinde, biyolojik-morfolojik yapıda da önemli değişim olduğu görülür. Beyin hacmi neredeyse iki kat artmış, çene iyice incelmiş, iskelet sistemi ve kemik yapısı değişmiş, diş dizilişi, el ve başparmak bugünküne benzer hale gelmiştir.

Basit de olsa alet yapımı, bir amaca yönelik planlı faaliyet olması nedeniyle, bilincin ortaya çıktığını gösterir. Çalışma, tüm organizmayla birlikte beynin de evrimleşip bilinç işlevini yerine getirmesini olanaklı kılmıştır.

Böylece çevreye uyum sağlama temelinde evrimleşen insan, çevreyi değiştirme, doğaya hükmetme sürecine girmiştir. Bir çok canlı doğaya uyum sağlayamadıkları için yok olurken; insan, yok olmamanın yolunun doğayı kendisi için yaşanabilir kılmak olduğunu “keşfetmiş” ve bu “keşfine” sıkı sıkıya sarılmıştır. Var olabilmek için, üretici güçleri sürekli geliştirmeye girişmiştir.

Daha iyi alet yapma, nasıl yapıldığının bilgisini başkasına aktarma çabası ise; düşünme, soyutlama, dil becerilerinin gelişimini tetiklemiştir. Bilinç, uzun bir organik evrimin sonucunda, çalışma ve başkalarıyla iletişim geliştirme çabasının ürünü olarak oluşan maddenin en yüksek düzeydeki örgütlenişi olan insan beyninin bir işlevi olarak ortaya çıkmaya başlamıştır artık.

Yine çalışma sonucunda, sürü halinde yaşamaktan, gens yani kan bağı ile birbirlerine bağlı bireylerin oluşturdukları topluluklar olarak yaşamaya geçiş gerçekleşmiştir. Çünkü, sürüyü oluşturan insanlar rahatlıkla başka sürülere geçebilmekte, bu ise sürüyü zayıf düşürüp yok olmasına dahi neden olmaktadır. Sürü yaşamı, alet üretiminin hayatta kalmak için insana sağladığı tüm avantajları bir anda ortadan kaldırabilmektedir. Bu durum, insanları yeni bir ilişki biçimine; elde edilmiş aletleri ve bu aletleri yapma beceri ve bilgisini korumayı sağlayacak bir ilişki geliştirmeye zorlar. Böylece, kan bağı temelli birliktelik oluşmaya başlar. Kan bağının en somut, keskin biçimde tespiti ise ana-çocuk ilişkisidir. Bu şekilde ana erkil toplum tarih sahnesine çıkmış olur. Sürü yaşamından topluluk halinde yaşama geçiş ise, insanın zihinsel faaliyetinin yetkinleşmesine, beynin, bilinç işlevini yerine getirecek organ olarak gelişmesine ivme katar.

Tüm bu insansılıktan insan olmaya doğru gerçekleşen evrim süreci sonunda, insan biyolojik doğasını aşıp toplumsal varlık haline gelmiştir. Toplumsal ve biyolojik ilişkilerin diyalektik birliği giderek evrimin temel itici gücünü oluşturmaya başlamıştır. Alet yapımından, alet yapımı için alet yapmaya geçilmiş, alet kullanımı artmış ve çeşitlenmiş, sürekli giyinme, barınak yapımı ile mağara bağımlılığından kurtulma, avcılık tekniğinin ilerlemesi ile ete ulaşımın kolaylaşması, hayvanların evcilleştirilmesi vs. gerçekleşmeye başlamıştır. Tüm bunlarla birlikte, ölülerin gömülmesini, ölüler için tören yapılmasını, süs eşyalarının ortaya çıkmasını vs. görüyoruz. Yani insanda soyutlama, düşünme ve dil işlevi iyice belirginleşmiştir.

Bilincin ortaya çıkıp dinamiğini anlamamızı sağlayacak bu kısa özetin ardından, beynin bilinç işlevinin nasıl ortaya çıktığına, gerçekleştiğine dair şu tespitleri yapabiliriz artık.

Bir; Bilinç insana özgüdür. İnsan beyni bu işler için özelleşmiş, yetkinleşmiş organ olmasına karşın, insanın bütünsel varlığından ayrı ele alınamaz. Bilinç, insan beyninde oluşan fizyolojik sürece indirgenemeyecek kadar, insanın biyolojik ve toplumsal varlığına bağıntılıdır.

İki; insan bilincinin (ve elbet davranışlarının) itici gücü, varlığını koruyup geliştirebilmek için dış dünyadaki nesnelere gereksinim duymasıdır. Bilinç ve gereksinim duyma arasında dolaysız ilişki vardır.

Üç; milyonlarca yıl boyunca hayatta kalma çabası içinde olma, pratik eylem mantığının beyinde yer etmesini ve bunun düşünme mantığına dönmesini sağlamıştır. Böylece insan, hedef koyma yeteneğini kazanmıştır. Yani insan beyni, yalnızca bilgi toplama-depolama-kullanma şeklinde evrimleşmiş; aynı zamanda eylem alanları saptayıp, bu eylemleri aktif, yaratıcı bir şekilde hayata geçirecek şekilde evrimleşmiştir. Nesneleri alet olarak kullanmaktan alet yapmaya geçiş, bu sayede olmuştur.

Dört; bilinç, çalışmanın, doğayı bir amaca-hedefe yönelik planlı, sistematik değiştirme ve bunu başka insanlarla etkileşim içinde yapma pratiğinin ürünüdür. Hedefin gerçekleştirilmesi, bu hedef uğruna yaratılan ve varolan araçların kullanılmasını gerektirir. Hedef, başarıya ulaşması için gerekli olan araçlarla birleştirilmediği takdirde, iyi niyetli bir yönelim ve kısır bir istek olmaktan öteye geçemez. İnsan, kendisinden daha büyük doğa güçleriyle bu şekilde başedebilmiştir. Filozoflar dünyayı yorumladı, asıl olan onu değiştirmektir sözü, bu yüzden çok daha anlamlıdır.

Beş; bir amaca (taş balta yapmak, bir taşı şekillendirmek) ulaşmak için gösterilen çaba; henüz var olmayana, yaratılması gerekene ulaşmak içindir. Ulaşmak için çaba harcanan hedef; geleceğin, özlemi duyulan şeyin zihninde önceden tasarlanmış modelidir. Taş baltayı yapmaya girişmeden önce insan, hedefini-amacını saptamıştır. Zihninde canlandırmış, nelerden yapacağı ve yaptığında ne işlevler yerine getireceğinden hareketle, geleceği (mesela avlayacağı büyük bir mamutla yapacağı ziyafeti) hayal etmiştir. Geleceğe dair “hayal” kurmak, insanın bilinçli faaliyetinin olmazsa olmazıdır.

Altı; Bilincin ortaya çıkışı ve gelişimi, nesneler ve olgular hakkında bilgi edinmeye dayanır. İnsanımsı, avlanmak için kullandığı taşın neden işe yaradığını anlamasaydı (bunun bilgisini edinmeseydi), benzer ve hatta daha iyisini yapıp kullanmaya girişerek insanlaşamazdı. Bilgi edinmenin ilk kaynağı, dünyanın duyumsal (görebilme, dokunabilme, işitebilme) olarak algılanmasıdır. Buradan yola çıkan insan, dünyanın duyumsal bilgi düzeyinde kavranamayan alanlarına uzanabilecek zihinsel faaliyet düzeyine ulaşmıştır. Görülebilene, dokunulabilene, işitilebilene dayanarak; görülmeyen, duyulmayan, işitilmeyene ulaşabilmekteyiz artık. Örneğin insan duyumsal olarak ışık hızını kavrayamazken, düşünce, zihinsel faaliyet bu hareketi kavrar, değerlendirir, sonuçlar çıkarır, başka olgularla bağlantısını kurar. Yine bilinç-bilgi ilişkisine dair şunu söylemek gerekir: Her bilinç içinde şu veya bu oranda bilgiyi barındırır; aynı şekilde, kendiliğinden bilinç de, bu yüzden bilgisizlik değildir. Kendiliğinden bilincin karşımıza çıktığı hali-düzeyi, sahip olduğu bilgi düzeyini de gösterir. Görmesini bilene.

Yedi; Bilincin oluşumu için bilgi edinmek yeterli olmaz. Bilgisi edinilen şeyin duygusal düzeydeki deneyimi, hissedilişi, başka şeylerle ilişkisinin değerlendirilmesini de gerektirir. Lenin, “Açıkça bellidir ki, insan duyguları olmasaydı, insanlar hakikati asla aramamış ya da arayamamış olacaklardı” der. Bilinç, bilgisine ulaşılan şeyi yürekten hissetme meselesidir aynı zamanda.

İ.Cevat Çetiner