Yazdır

Başta DİSK olmak üzere, sendikalar rest çekerek açıklamalar yapıyorlar. “Kıdem tazminatı son kalemizdir, izin vermeyeceğiz” diye.

Bu, en hafif deyimiyle, işçilerin, işçi önderlerinin zekasını hafife almaktır. Sanıyorlar ki, “bu son kale, teslim edilmeyecek” dediler diye, sınıfın diğer kalelerine ne oldu sorusu sorulmayacak. Tüm üst perdeden ve şatafatlı söylemlerle bu basit, bu yalın gerçek gizlenebilir mi? Niye böyle oldu sorusunun önüne geçilebilir mi?

Niye böyle oldu sorusuna cevap aramadan önce, ne olduğu kabaca da olsa hatırlamakta fayda var.

Örneğin günümüzün en can alıcı sorunlarından olan taşeronluk, 90'lı yılların başında gündeme geldi. Herkes dedi ki, “bu sınıfın örgütlülüğünü dağıtmaya yöneliktir. Bu hayata geçerse, ardından da ekonomik ve sosyal haklar budanmaya başlayacak.”

Adım adım gelişti, yoğunlaştı ve denilen oldu. Peki sendikalar ve buralarda etkili olan reformistler, ortalama sol ve ulusal kurtuluş hareketi, bunu engellemek için hangi kararlı, ciddi adımı attı? Bunu engellemek için hangi ciddi kavgaya girdi? Girdi de kaybetti? Kaybettiler ama kavgaya girmeden. Bu yıkım projesini önleyecek ciddiyette bir kavgaya girmek dışında her şey yapıldı. Ne oldu? Atı alan Üsküdar’ı geçti.

Benzer durum ücretli, sözleşmeli memurluk adı altında emekçilere uygulanıyor. Sendikalar ve buralarda etkili olan siyasetler ne yaptı, yapıyor? Yasak savma mahiyetinde eylemler. Bu arada devlet sözleşmeli çalışmayı esas çalışma biçimi haline gelirdi neredeyse. Atı alan Üsküdar’ı geçti.

Başka bir örnek. KİT'ler kalemizdir dendi. Peki ne oldu? Hatırlanmak istenmiyor olabilir! Ama Ankara'da günlerce oturma eylemi yapan tekel işçisi iyi hatırlıyor. Nasıl başlattıklarını, sonuna kadar gitmeye hazırız dediklerini. Büyük kavganın öncüsü olmaya hazırız dediklerini. Peki ama ne yapıldı? Bütün ülkeye yayılacak bir sınıf kavgası örgütlemek dışında her şey. Atı alan Üsküdar’ı geçti.

Başka bir örnek. İşin emeğin en yüceliği üzerine çokça laf edilir. Bir insanın aşık olduğuna söyleyebileceği güzellikte laflar. Ama her yıl sayıları binleri bulan iş cinayetleri için söz konusu alanda hangi ciddi mücadele verildi sorusuna, cevap yok. Sadece top çevirme. Bırakalım her gün katledilen 3-5 işçiyi, bir günde 301 işçi yerin altında katledildi. Ve bu ülkenin yetkilileri, “çok güzel ölmüşler” diyebilme cesaretini gösterdi. Bu cesareti kimden aldı? Her ciddi olayda top çevirip laf üretmekten başka bir şey yapılmış olsaydı, böyle fütursuz olabilir miydi sermaye ve onun devleti. Dünyanın neresinde olursa olsun 301 tane arkadaşını toprağa vermiş bir sınıf ayağa kalkar, en azından hükümeti bir gün dahi yaşatmazdı. Peki ne yapıldı? Top çevrildi. Orada ben örgütlü değilim ki oyunu oynandı. Sonuç, atı alan Üsküdar’ı geçti.

Daha onlarca örnek verilebilir, ama gerek yok. Bu örnekler bile kırmızı çizgimiz naralarının inandırıcı olmadığının kanıtıdır. Zaten işçiler, “bize sormadan patronla anlaşma imzalamayın” diyerek inanmadıklarını, gösteriyorlar. İşte yine bundan dolayıdır ki sendika başkanları, “bizlerin, sizlere yanlış yapacağımızı asla düşünmeyin” demek zorunda kalıyorlar. Ve yine bundandır ki, işçiler sadece sendikacıları baskı altına almakla da kalmıyor, işçi meclisleri ve benzeri adlarla yeni örgütlenmeler yaratıyorlar.

Buraya kadar kısaca da olsa bir durum tespiti yapmaya, ne olduğunu anlatmaya çalıştık. Ama sorumuz niye böyle oldu idi. İşçi önderleri başta olma üzere işçi ve emekçilerin bu soruya yanıt aramaları, proleter devrimcilerin de, bu soruya doğru cevap bulunmasına yardımcı olması gerekiyor. Aksi takdirde ne sendikal mücadele doğru rotaya çekilebilir ne de oluşturulan yeni örgütlenmelerin aynı bataklığa saplanmasına engel olunabilir.

Sınıfın sendikal mücadelesinin bu halde olmasının nedeni, sınıfın siyasal mücadelesinin yanlış ele alınmasıdır.

İşçi sınıfının ve emekçilerin, yalnızca iş gücünün daha uygun koşullarda satılması için değil, aynı zamanda toplumsal düzenin değişmesi içinde mücadele etmesi gerekir. Sınıf bu bilinçle hareket etmediği sürece ne kalelerini, kazanımlarını koruyabilir ne de kurtuluşunu sağlayabilir.

Sorun tam da buradadır. Sendika yönetimlerinde ağırlıkta olan yasal reformistler, ortalama sol ve  UKH, sınıf mücadelesini, iktisadi mücadele ile sınırlı görme anlayışına sahiptir. Sınıfın siyasal mücadelesini, iktisadi mücadele üzerinden kurguladıkları için de, sınıfın gerçek gücü açığa çıkamıyor. Bunun bir sonucu da, sendikal mücadelenin geri ve zayıflığı olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, işçi ve emekçilerin kurdukları yeni örgütlenmelerde de bu siyasal yaklaşım hakim olduğu taktirde, aynı sonuç ortaya çıkacaktır. Kırk yıldır olduğu gibi.

Görünüşte, sınıfın siyasal bilincinin ve siyasal mücadelesinin geliştirilmesi gerektiği konusunda herkes hem fikirdir. Ama bu sadece laftadır. Şöyle derler “devrimcilerin, sosyalistlerin görevi şu anda, iktisadi savaşımın kendisine olabildiğince siyasal bir nitelik kazandırmaktır”, “iktisadi savaş, yığınları etkin siyasal mücadeleye çekmek için en geniş uygulanabilirliğe sahip araçtır” vs.

Bu görüşün özü, siyasal ajitasyonun iktisadi ajitasyonu izlemesi gerektiğidir. Yığınların siyasal mücadeleye girmesi için öncelikle kendi sorunları için harekete geçirilmesi fikridir. Ve tamamen yanlıştır. Günümüzde sınıf hareketinin yaşadığı sorunların ana kaynağını bu oluşturmaktadır.

Grev hakkı için sendikal hareketin önündeki engellerin kaldırılması için, işçi sağlığı vb. şeylerle çalışma koşullarının iyileştirilmesi için, iş güvenliği, çalışma hakkı için vb. verilen mücadele, sendikal sınırlar içindedir. Bu mücadelenin kendisine siyasal nitelik kazandırarak, sınıfın siyasal bilincini ve mücadelesini örgütlediğini sananlar, aslında sendikalizmden başka bir şey yapmıyorlar. Sonra da, “sınıfın siyasal bilinci yeterince gelişkin değil” diye hayıflanıyorlar. Sınıfın siyasal bilinci darlaştırılıp geriletildiği için, sendikal mücadelesi de daralıp geriliyor.

Lenin, “demek ki, iktisadi savaşımın kendisine siyasal bir nitelik kazandırmak yolundaki gösterişli sözler, 'korkunç derecede' derin ve devrimci görünüş altında, sosyalist siyaseti sendikal siyaset derekesine düşürme eğilimini gizlemektedir” der.

Öyleyse, proleter devrimciler ne yapmalıdır? İşçi sınıfının, yüzünü sosyalizme dönmüş işçi önderlerinin siyasal eğitimlerinin, siyaset bilincinin gelişmesini etkin olarak ele almalıdır. Bu eğitim neyi içermelidir? Bu işçi sınıfının faşist devlete karşı düşmanlığının propagandası ile sınırlı olamaz. İşçiler, siyasal bakımdan ezildiklerini açıklamak yetmez. Ajitasyon, bu baskının her somut örneği ele alınarak yürütülmelidir. Faşist terör, yaşamın tüm alanlarında (meslek, kamu, özel, aile, bilim, din, vs...) olduğuna göre, teşhir de o mücadele tüm yönleriyle yürütülmezse işçilerin siyasal bilinci ve siyasal mücadelesi geliştirilemez.

İ.Cevat Çetiner