Yazdır

Emekçilerin yaşamının iyice güvensizleşmesi, geleceğinden hiçbir şekilde emin olamaması, çağdaş yaşam ölçütlerine vurulduğunda, sefalet içinde olan durumu; artan ekonomik ve politik baskı sonucu koşullarının daha da kötüleşmesi, kadınların eşitsizliğinin ve köleliğinin sürmesi, çevre sorununun yıkım boyutlarına varması, derinleşen iç savaş, ülkeler arasında sürtüşmeler ve savaşlar, iç gerilimin ve kaosun büyümesi, genel bir durum alan toplumsal felaketler, toplumsal ilişkilerin çürümesi vb. tüm bu olgular ve olaylar dizisi, kapitalist toplumun genel yıpranmışlığını ve çöküntü içinde olduğunu ortaya koyuyor.

Tüm bu kesin olguların varlığına rağmen burjuva çevreler; burjuva toplumun ne kadar yıprandığı, teşhir olduğu, güçsüz düştüğünün üstünü örtmeye çalışıyorlar.

Sömürenlerle sömürülenler arasıda yaşam koşulları açısından, sınıf uçurumu, yarık aralığı çok daha da büyüdü.

Kapitalist tarzda, zenginlik elde etme koşulları sürdükçe bugün olanlar derinleşerek devam eder. Çünkü kapitalist tarzda zenginlik, bir grup insanın (işçilerin) emeğine dayanır.

Zenginlik (servet), toplumsal bir güçtür, fakat toplumun bir kesiminin, kapitalistlerin toplumsal bir gücüdür.

Ancak özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete dönüştüğü, herkesin emekçi olduğu; dolayısıyla toplumun yaşamının bir grup insanın sırtına yüklenmediği, toplumsal zenginliğin herkesin çalışmasıyla sağlandığı bir toplumda, servet bugünkü sonuçları yaratmaz.

Toplumun krizden krize, felaketten felakete sürüklenmesi, genel yıpranmışlığı ve çürümüşlüğü, artan eleştirilere ve büyüyen başkaldırılara bakılırsa, kitlelerin büyük çoğunluğu tarafından kavranmış durumda.

Ama bu, sadece gerçeğin yarısıdır; gerçeğin diğer yarısı ise işçi sınıfının zaferi için birçok koşulun bir araya toplanmasıdır.

Nesnel ve öznel koşulların bir araya gelmesi, dünyayı sarsan sokak hareketleri, isyanlar, savaşan devrimci kitlelerin varlığı dünyanın bir çok yerinde işçi sınıfının yaklaşan zaferini duyuruyor.

İnsanlar, yaşanan tüm toplumsal kötülüklerden, çürümeden, yozluklardan, toplumsal düzenin tüm suçlarından, egemen sınıfı sömürenlerin öfkesi, hoşnutsuzluğu, egemen gücü, siyasi iktidarı, burjuva devleti suçlar ve eleştirir. Ezilen ve sömürülenlerin öfkesi, hoşnutsuzluğu, egemen güce, siyasi iktidarı elinde tutanlara yönelir.

Toplumsal düzen ne kadar uzun sürerse, yıpranma ve çürüme o denli derin olur.

Siyasi iktidar, ne kadar uzun süre varlığını sürdürürse, uyguladığı baskı ne kadar artarsa, halk kitlelerinin öfkesi ve isyanı o denli büyük olur. Yapılanlar, geniş emekçi yığınlarının daha aktif olarak harekete geçmesine yol açar.

Kapitalizmin genel yapısından, işleyişinden, gelişmesinden çıkarılan bu sonuçlar, Türkiye söz konusu olunca çok daha keskin olarak ortaya konabilir.

Bugünkü siyasal iktidar, kendinden önceki iktidarların tüm baskı ve sömürü politikalarını devam ettirdi. Ama bununla kalmadı, yapılanları daha ileri götürdü. Ve tüm bunları uzun yıllardır yapıyor. Bu yüzden halk kitleleri, tüm ezilen sınıf ve halklar bugün olanlardan iktidarı ve sermaye güçlerini sorumlu tutuyor; dolayısıyla tüm öfkesini, ekonomik ve politik gücü elinde tutanlara yöneltiyor.

Yıpranan yalnızca siyasi iktidar mıdır? Burjuva muhalefet öyle düşündüğü için toplumun siyasi iktidara karşı yükselen öfkesini ve isyanını iktidara gelmek için kendine dayanak olarak kullanıyor. Onların yanıldığı nokta da burasıdır. Sadece siyasi iktidar değil, toplumsal sistemin tüm kurumları genel bir çürüme içinde. Çürüme, burjuva toplumun bir özelliğidir. Düzenin bir kurumu politik bir gücü olan muhalefet, çürümenin dışında değildir.

Kapitalizmin bugün içinde bulunduğu genel durum, egemen gücün birbirine düşmesi; emekçilerin, ezilen halkların devrimci kavgayı daha ileri götürmesi için uygun koşullar yaratıyor. Düşmanın en zayıf olduğu an, bundan yararlanıp, iktidara yürümek, emekçi hareketi için doğru bir taktiktir.

Türkiye ve Kürdistan'da ezilen ve sömürülen kitleler, yıllarca yoğun olarak sömürüldü ve dünyanın en ağır baskısı altında kaldılar. Faşist devlet terörü, katliamlar düzeyine vardırıldı. Bugün ise çok ileri bir boyut kazanmıştır. Artan, yoğunlaşan baskılar, halk kitlelerinde bu baskının toplumsal temelleriyle birlikte ortadan kaldırma biçiminde bir bilinç yaratmıştır.

Baskı ve talan toplumunun artık dayanılmaz hale gelen varlığı, emekçilerin, ezilen halkların hak yoksunluğu, özgürlük yoksunluğu; kitlelerde sosyalizm için, eski toplumsal düzene karşı harekete geçme bilinci ve itkisi kazandırmıştır.

Burjuva toplumu dağılma-yıkılma noktasına getiren, sistemin kendi iç çelişkileridir; toplumu yıkıma götüren çelişkiler, kapitalizm dışında değildir. Burjuva muhalefet, bunun dışsal olduğunu sanıyor; böylece dış bir müdahaleyle, genel gidişatın değiştirilebileceğini düşünüyor. Küçük burjuva sol hareketler de aynı şeyi düşünüyor olacak ki, burjuva muhalefete destek veriyorlar.

Ama ne burjuva muhalefet, ne de küçük burjuva hareketlerin desteği, bu gidişatı tersine çevirebilir.

Küçük burjuva hareketler, tüm çabalarına rağmen -bazı ödünler koparma adına- bu düzeni kurtaramazlar, fakat kendilerini tüketirler. Bu, proletaryanın kurtuluşu için kötü bir durum değildir. Çünkü sonuna dek tutarlı tek sınıfın proletarya olduğu daha net görülecektir. Proletaryanın devrimci sınıf partisinin küçük burjuva sol siyasetlere yaptığı teşhirden daha fazlasını onlar burjuva muhalefetin ideolojik-politik hegemonyasına girerek yapıyorlar.

CHP'nin “adalet yürüyüşü”nün ardına takılmaları bunun kanıtıdır. Yürüyüşün tek sloganı “hak, hukuk ve adalet”tir. Bu tamamen burjuva ideolojisinin bir ifadesidir. Burjuva bir slogan olan ve modası geçmiş, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” içeriğine dayanır. Proletaryanın sloganı ise sınıfların kaldırılmasıdır.

Burjuvazi sömürüyü, emekçilerin hak eşitsizliğini yasa karşısında eşitlikle bağdaştırır. Böylece toplum da sınıfların varlığını, gerçek yaşamdaki ekonomik ve politik eşitsizliğin üzerini örter.

Proletaryanın eşitlik anlayışı ise, sınıfların kaldırılmasını gerektirir. Burjuva toplumda hangi sınıfın hangi sınıfla eşitliği sorusu sorulmalıdır. Bir sınıfın diğer sınıf üzerinde egemen olduğu bir toplumda, hep hak yoksunluğu olacaktır.

Halk kitleleri, haklarını, gerçek eşitliği, özgürlüğü, yalnızca zora dayalı devrimle elde edebilir.

C.DAĞLI