Yazdır

 

Düzen cephesinde silahlanma konusu günlerdir konuşuluyor. Konu biliniyor: SADAT adındaki, emekli subay ve diğer askerlerden oluşan kurum sivil faşist çetelere, Tokat, Konya ve daha açıklanmayan pek çok yerde kamplar kurarak silahlı eğitim veriyor. Halk Özel Harekat adı altında örgütlenen faşist çeteler, bu eğitimi alanların başında geliyor.

Mesele bundan ibaret değil. Dinci-faşistlerin bireysel olarak da hızlı bir silahlanma içinde oldukları herkesin malumu. Açıklanan son verilere göre iki milyonun üzerinde silah son yirmi üç ayda satılmış. Alıcıların büyük çoğunluğunun dinci faşist kesimler olduğundan şüphe yok. Bu kesim dışında kalanların açıktan ya da ruhsatlı silah alma şansı oldukça sınırlı. Elbette, dinci faşist kesim dışındaki güçler de silahlanıyor ama bunlar resmi kayıt dışındadır ve yukarda açıklanan iki milyonun üzerindeki rakam resmi verilerdir.

O halde bir ara sonuç olarak şunu söylemek mümkün: devrimin toplumsal güçleri, Kürt halkı, Aleviler, yoksullar kayıt dışı silahlanırken dinci kesimler açıktan, devlet desteği ile ve doğal olarak daha büyük bir hızla silahlanıyorlar.

İkinci ara sonuç ise şudur: Karşı-devrim, ordu, polis ve diğer resmi militarist güçlerine ilaveten dinci-faşist çeteleri ve bireyleri iç savaşın ileriki aşamalarına, tayin edici çarpışmalara hazırlıyor.

Bu iki ara sonuçtan çıkarılması gereken derse gelince... Kısaca şunu söylemek gerekir: Genel olarak karşı-devrimin, özel olarak dinci-faşist iktidarın bu silahlanma sürecine karşılık, devrimin toplumsal ve örgütlü güçleri aynı biçimde karşılık vermeliler. Silaha silahla karşı konulur, çıplak beden, yumruk ya da seçim sandıklarıyla değil.

Bütün bu gelişmeleri, şimdi toplumun büyük çoğunluğu tarafından tartışılan, “bunlar seçimle giderler mi” sorusuyla birlikte ele almak gerekir.

Söylemeye gerek yok, bir kaç yıl öncesine kadar, yasalcı sosyal reformistlerin de büyük katkılarıyla, böyle sorunun kendisi bile akıllara gelmezdi. Parlamentoya inanç, seçimlerde sandıktan çıkacak sonucun her kesim tarafından tartışmasız kabul edileceği boşinanı kitlelerin bilinçaltına yerleşmişti. Leninist Partinin ısrarla izlediği “seçimleri boykot” politikası ve en son attığı “sandıkla gitmeyecekler” sloganı, sosyal reformistlerin ve burjuva ideolojisinin eşsiz katkılarıyla kitlelerin bilinç altına yerleşen bu boşinanı sarstı. Kralın çıplak olduğu düşüncesi yerleşmeye ve “kutsal” sayılana dokunulmaya başlandı. Artık sandıkların yani seçimlerin işe yarayıp yaramayacağı geniş kitleler tarafından tartışılıyor. Seçimlere karşı beslenen o boş inanç sorgulanıyor ve terk ediliyor.

Elbette kitlelerin bilincindeki bu değişim salt Leninist Partinin çabalarıyla gerçekleşmedi. Olayların öğretici gücü bu değişimin en güçlü dinamiği oldu. Böyle olmakla birlikte -ki kitleler sözkonusu olduğunda başka türlü olması imkansız- Leninist Partinin politika ve pratiğinin bu değişimde büyük rol oynadığı; bunun Leninist Partinin bir zaferi olduğu bir gerçektir; olgudur.

Bu gerçeği bir parantezle belirttikten sonra devam edebiliriz.

Demek ki, dinci-faşist iktidarın kendi çetelerini ve kişileri silahlandırması, örgütlemesi ve silahlı eğitime tabi tutması iktidarın seçimle, sandıkla değişmeyeceği gerçeği ile sıkı sıkıya ilişkili. Birincisi, ikincisine hazırlık olarak yapılıyor.

Sezarın hakkı Sezara verilmeli. Dinci-faşist iktidar ve onun başı, iktidarı seçim gibi şeylerle devretmeyeceğini pek çok defa pratikte gösterdi. Haziran seçim sonuçlarını açıkça tanımadı, Kasım seçimlerini açık hilelerle “kazandı”; açık hilenin de yetmediği Nisan Referandumunda YSK’yı, hileli oyları, mühürsüz oyları vb vb saydırarak gerçekte kaybettiği referandumu “kazandı”. RTE, dinci faşistlerin iktidardan sandıkla gitmeyeceğini sosyal reformistlere daha nasıl anlatsın!

Sermaye sınıfı, kitlelerin sandıktan tümüyle uzaklaşmasını ve devrimci yollara girmesini engellemek için şimdi bir başka dinci-faşisti, A. Gül’ü pazara sürmeye çalışıyor; tıpkı faşist Akşener’i sahneye sürdüğü gibi. Sermaye sınıfının bu manevrasını hafife almamak, kitleler devrimci yol ve biçimlere sapmasın, sandıktan uzaklaşmasın diye cilalanıp piyasaya sürülecek bu badem bıyıklının sosyal reformistler tarafından da allanıp pullanacağını akıldan çıkarmamalı. Sosyal reformistler, sandığın olmayan meşrutiyeti kaybolmasın diye, sermaye sınıfının bu manevrasına payanda olmaya teşne olduklarının işaretlerini vermeye başladılar bile.

Devrimin toplumsal ordusu olan emekçi sınıfların, ezilen halkların sandığı, seçimleri sorgulamaları devrimci yönde bir bilinç sıçramasıdır. Bu bilinç sıçramasının gereği ve ona paralel olarak silahlanma yoluna gidiyorlar. Karşı devrimin, düzenin sayısız katliamını yaşamış olanların başka türlü davranması düşünülemez.

Emekçi sınıflar sağlam karakterlidir; bilinçlerine ihanet etmezler, pratikleri düşünceleriyle uyum içinde olur. Onlar ve dinci faşist iktidardan nefret eden her kesim RTE ve iktidarının mesajını doğru biçimde anlayıp aldılar ve tam da bu nedenle, bir yandan seçimleri tartışma konusu yaparken bir yandan da silahlanıyorlar.

Şimdi, devrimin toplumsal güçlerini girdikleri bu yolda teşvik etmek, cesaretlendirmek, bu yolu derinleştirmek zamanı.

Emekçi sınıflar ve ezilen halkların bu yönelimi Leninist Partiyi güçlendirecektir!