Yazdır

 

Türkiye’de dinci faşist hükümetin ve onunla birlikte sömürücü kapitalist düzenin olağanüstü bir süreçten geçtiği kuşkusuz. Yine kuşku yok ki, dinci faşist parti ve onun başının, ister Zarrab denen adamın açıklamaları, ister ortalığa saçılan belgeler nedeniyle olsun, gözlerine uyku girmiyor.

Gelişmeler biliniyor, tekrarlamanın gereği yok. Üzerinde durulması gereken nokta, işçi sınıfı ve diğer emekçilerin buradan çıkarmaları gereken sonuçlar ve izlemeleri gereken yoldur. Zira, şimdi “sol”dan da bir takım güçlerin açık/gizli desteği ile, dinci faşist iktidar ve onun başı, anti-emperyalist bir profil çizerek emekçi sınıfları ve ezilen hakları bir kez daha aldatmanın hazırlığında.

ABD’nin ve bir ölçüde de Avrupalı emperyalistlerin dinci-faşist hükümetten ve onun başından kurtulmak istedikleri açık. Zarrab’ın ABD’nin “ambargonun delinmesi” gerekçesiyle yargılanması kusursuz bir bahane. Hedef, tam da hükümet ve onun başının iddia ettiği gibi, dinci faşist hükümeti onun başıyla birlikte alaşağı etmektir.

ABD’nin ileri sürdüğü, rüşvet, hırsızlık, zimmete geçirme vb vb yolsuzluk iddialarının temeli yok mu? Olmaz olur mu. Bunların doğruluğundan hiç bir kuşku olmamalı. Fakat söylemek istediğimiz şey, bunların başka koşullarda, tekelci kapitalist düzen için son derece normal şeyler olduğudur.

ABD, tekelci kapitalist düzen için gayet normal olan, fakat emekçilerin gözünden saklamak için yasal çerçevenin dışında tutulan, yani yasadışı olan bu hırsızlıkları, talanı, rüşveti, zimmete geçirmeyi, kısaca havadan milyarder olma yolunu kullananları saf dışı etmek için mengeneyi yavaş yavaş sıkıyor. Türkiye’de, şimdilerde duyduğumuz ses, mengene sıktıkça nefes almakta zorlanan, boğulma hissini tüm hücrelerinde duyan dinci faşist hükümetin ve onun başının hırıltılarıdır.

Peki buradan ne çıkar? Emekçi sınıflar ve ezilen halklar, ABD mengenesi boğazını sıkıyor diye, anti-emperyalizm adına, dinci faşist hükümetin ve onun başının “imdat” çağrılarına icab edip yardımına koşmalı mı? Kimilerine göre, bunlara “sol”dan bazıları da dahil, anti-emperyalizm adına “evet” tam da bu yapılmalı. Çünkü, diyor bu adamlar, ABD’nin yıkmak istediği bir hükümete sahip çıkmak “anti-emperyalizm gereğidir”.

Böyleleri işçi ve emekçi sınıfları, ezilen halkları, burjuvazinin, dinci faşist hükümetin ve dolayısıyla emperyalistlerin kuyruğuna takmaya çalışan katıksız sınıf işbirlikçileridir. Çünkü, bir kere, dinci faşistler hükmetin ve onun başının “anti-emperyalizmle” uzaktan yakından alakası yok. Aksine, genel olarak dinci akımlar, özel olarak dinci faşist hükümet ve onun başındaki adam, emperyalistlerin yetiştirmesi, emperyalistler tarafından iktidara getirilmiş, Ortadoğu’da -ve genelde tüm dünyada- emperyalistlerin sopası, vurucu gücü; emekçi sınıfların düşmanı, anti-komünist akımlardır.

Peki sorun nedir, diye sorulabilir. Kısaca şudur: Emperyalistler, Türkiye’de ve Ortadoğu’da dinci faşist hükümetin ve onun başının çöküş içinde olduklarını, başta Suriye olmak üzere, Ortadoğu ve başka yerlerde artık “kullanışlı” olmadıklarını, bunlarla politikalarını hayata geçirmek bir yana, Türkiye’nin bir devrim tehdidinden kurtulmasının bile mümkün olmadığını gayet iyi görüyorlar. Bu atla dereyi geçemeyeceklerini, at değiştirmeleri gerektiğini düşünüyorlar.

Ancak bu, o kadar sancısız ve ağrısız olmuyor, olmaz da. Çünkü, at sırtından inildiği an ölüme terkedileceğini -üstelik onu parçalamak için o anı dört gözle bekleyen bir sürü düşmanı varken- bilen dinci faşistler, iktidardan inmemek için gücü yettiğince direnmeye, direnirken de emperyalistlere hala hizmet edebileceğini kanıtlamaya çalışıyor. Ancak emperyalistler, lafa değil icraata, vaatlere değil olgulara bakarlar. Şundan emin görünüyorlar: dinci faşist hükümetin ve onun başındaki adamın kullanım tarihi geçmiş; deliğe süpürülme saati gelip çatmış durumda.

Şayet araya bir halk ayaklanması girip dinci faşist iktidarı devirmez ise, bu sürecin sonunda göreceğimiz şey, emperyalist bir devletin bağımlı bir ülkeye boyun eğdirmesinin tipik örneği olacak. Gerçekte, ABD, tekelci kapitalizmin sınırları içinde, bağımlı ülke olarak Türkiye’ye boyun eğdirmek için gereğinden fazla enstrümana sahip. Ancak bugün mengeneyi yavaş yavaş sıkıyorsa bu, bir devrim tehdidiyle karşı karşıya olan burjuva düzende fazla tahribat yapmadan, amacını gerçekleştirme isteğindendir.

Bu durumda ezilen halklar, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar ne yapmalı? Anti-emperyalizm ya da başka bir şey adına olsun, dinci faşist hükümeti ve onun başını desteklemek, ona arka çıkmak, kendi sınıf çıkarlarına, tarihsel görevlerine kusursuz bir ihanet olur. Devrimin toplumsal güçleri olarak ezilen halklara ve emekçi sınıflara bu yolu önerenler dörtbaşı mamur sınıf işbirlikçilerdir. Çünkü böyle bir politik çizgi, burjuva sınıfın, onun politik güçlerinin çıkarları için işçi sınıfı ve ezilen halkların çıkarlarını feda etmek anlamına gelir. Onlar işçi sınıfı ve ezilen halklara işte bu ihanet yolunu öneriyorlar.

Leninist Parti, işçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına ve tüm ezilen, sömürülen halklara, bu devrimci ortamda burjuva sınıfın egemenliğini, dinci faşizmi devrimle yıkarak kendi devrimci iktidarlarını kurma, geçici devrimci hükümetlerini ilan etme, tekelci kapitalist düzene son verme yolunu gösteriyor.

Hırsızlığa, yağmaya, talana, sömürüye son vermenin tek yolu, burjuva düzeni, dinci faşist iktidarı ve onun başını bir devrimle yıkmak, bütün iktidarı ele geçirerek kendi devrimci hükümetini ilan etmektir. Çünkü ancak devrimci bir hükümet ezilen halkların, emekçi sınıfların acılarına son verebilir. Çünkü ancak devrimci yöntemlerle çalışacak, dinci faşistlerin ve bütün sömürücülerin direnişini bastıracak bir hükümet geleceğimizi güvence altına alabilir.

Dinci faşist hükümetin ve onun başındaki adamın varlığına rağmen şimdi Türkiye’de bir iktidar sorunu var. Bu iktidar sorununu ya emperyalistler tekelci kapitalist düzeni ayakta tutacak yeni bir burjuva hükümetle çözecekler ya da işçi sınıfı, Kürt halkı, emekçiler, devrimin diğer toplumsal güçleri ayaklanıp iktidarı ele geçirerek çözecekler.

Bu nedenle, ezilen halkların ve işçi sınıfının tek hedefi, “Bütün İktidar Emeğin Olacak” sloganıyla bütün iktidarı ele geçirmek olmalıdır. Bunun dışındaki hedefleri gösteren her slogan, örneğin, “barış, kardeşlik, adalet, eşitlik” vb vb sloganlar, kafa karıştırmaktan, hedef bulandırmaktan başka işe yaramaz.

Ortada bir iktidar sorunu var.

Çürük bir diş gibi sallanıp duran dinci faşist iktidar ayakta ve hayatta kalmak için her çılgınlığı yapmaya hazır. Emperyalistler, burjuva düzeni silip süpürecek bir ayaklanma patlak vermeden, yeni bir burjuva iktidarla yola devam etmenin çabası içinde. Ya emekçi sınıflar ve ezilen halklar? Devrim için, iktidarı ele geçirmek için son derece elverişli bu ortamdan nasıl yararlanacaklar?

Kendi çıkarlarına ve tarihsel devrimci rollerine ihaneti içermeyen tek yanıt, iktidarı ele geçirmek hedefiyle harekete geçmektir. Leninistler, bu yaşamsal sorunun devrimci çözüm yolunu emekçi sınıflara, ezilen halklara günlük çalışmayla götürmekle yükümlüler.

Günlük çalışmanın temelinde, iktidarın ele geçirilmesi propaganda ve ajitasyonu olmalı.