Yazdır

CHP’nin kuyruğu olmaya dünden teşne olanlar, “Adalet yürüyüşü” bahanesiyle bu niyetlerini bir kez daha dile getirme şansı buldular. CHP’ye desteklerini açıklamak için sıraya girmiş durumdalar.

Öte yandan, dinci faşist iktidar ve onun başı, K.Kılıçdaroğlu’na tehdit yüklü ifadelerle yükleniyorlar. Bu, CHP kuyrukçularının işini kolaylaştıran bir katalizör gibi oldu. Nasıl olsa, dinci faşist iktidarın şimşeklerini üzerine çekenlerin kuyruğuna takılmak devrimin toplumsal güçlerinde bir tepkiye yol açmaz.

İyi de daha dün referandum tiyatrosuyla “hayır” oylarını boşa çıkaranlarla can ciğer kuzu sarması olan, şen kahkahalı pozlar veren K.Kılıçdaroğlu bu gün ne oldu da onlarla kanlı bıçaklı oldu? Ya da öyle mi oldu?

Yaşamın zenginliğinde yolunu şaşırmadan ilerleyebilmenin, işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarları temelinde devrimci politik çizgide kalabilmenin bazı koşulları var. Bilimsel düşünmek, olayların düşüncelerimizi baskı altına almasına izin vermemek, yaşamın ve mücadele tarihinin öğrettiği dersleri unutmamak bu koşullardan bir tanesidir.

Ders bir; K.Kılıçdaroğlu ve partisi, dinci faşist iktidarı en zor durumlarda desteklemeyi, onun koltuk değneği olmayı kendine görev edinmiştir. Deniz Baykal, bu dersin ete-kemiğe bürünmüş halidir. 7 Haziran seçimleri sonrası RTE’ye cankurtaran simidini atan, onu ayakta tutan bu adamlar ve partileridir.

Ders iki; referandum sonrası sokağa çıkmaya ve büyük bir ayaklanma ile dinci faşist iktidarı yıkmaya hazır milyonlarca insanı oyalayan, birikmiş öfkenin, kızgınlığın, devrimci enerjinin dinci faşist iktidara yönelmesini engelleyen K.Kılıçdaroğlu ve partisidir.

Ders üç; milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının yolunu açanlar bu aynı adamlardır. Dinci faşist iktidar böylece kendini tahkim etme, konum ve durumunu sağlamlaştırma olanağı elde etti.

Ders dört; Yenikapı mitinginde dinci faşist iktidarın koltuk değneği olmaya gönüllü talip olduğunu, “milli mutabakat” adı altında ezilen halklara ve emekçi sınıflara karşı dinci faşist iktidara destek vermeye, RTE’nin yanında saf tutmaya hazır olduğunu ilan etti.

Ders beş; Taksim mitingine, sosyal reformist parti ve çevreleri arkasına aldıktan sonra dinci faşist partiyi de çağırarak ona “sol” cenahta meşrutiyet kazandırmaya çalıştı.

Saymakla bitmez; ama bu kadarı yeter.

K.Kılıçdaroğlu ve partisinin dinci faşist iktidarla kanlı bıçaklı olmadığı kesin. Ama yukarda saydığımız somut olgular, yani bizzat yaşamın kendisi, K.Kılıçdaroğlu ve partisini o denli teşhir etti ve üzerinde o denli baskı oluşturdu ki, K.Kılıçdaroğlu artık bir şeyler yapmadan yerinde kalamazdı.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vererek dinci faşist iktidara açtığı yolda kendi partisi ilk kurbanını vermişti. Bu yüzden hem kendi partisinin kitlesinde hem de dinci faşist iktidara öfke dolu emekçi sınıflarda kızgınlık had safhaya ulaşmıştı. Bu ateş topunun karşısında cepheden durmak artık hem imkansızdı hem de akıl işi değildi.

Bu enerjinin boşalması için bentte bir delik açmak gerekiyordu. Ama öte yandan açılacak küçük bir delikten akacak enerjinin bendin tümünü yıkma tehlikesi de vardı. Bu tehlike, hem K.Kılıçdaroğlu ve partisinin hem de dinci faşist iktidarın uykusunu kaçırıyordu. Bu yüzden K.Kılıçdaroğlu ve partisi, bir yandan yürüyor bir yandan da dinci faşist iktidara ve onun tepesindeki adama mesaj vermeye çalışıyordu: Baskı altındayım, beni anlayın, size karşıtlığım filan yok.

Gezi Ayaklanması hayaleti hala gözlerinin önünden gitmeyen dinci faşist iktidar bunu anlayacak halde değil oysa. O ve arkasındaki tekelci sermaye sınıfı, her akşam basını yastığa koyarken bir ayaklanmaya uyanmanın korkusunu yaşıyor. Haksız de değiller. Toplumun büyük bir çoğunluğu, dinci faşist iktidarı ve onun başını yıkmak için harekete geçmeye hazır olduğunu, bir genel bahane aradığını eylemleriyle gösteriyor.

Egemen sınıfın, dinci faşist iktidarın bu korkusunu gerçeğe dönüştürmek mümkün. Koşullar buna uygun. Ama bu sosyal reformist çevrelerin yaptığı gibi K.Kılıçdaroğlu ve partisine tabi olarak, onun kuyruğunda kulaç atarak yapılamaz.

Yapılması gereken, ayaklanma ruhu taşıyan ezilen halkların ve emekçi sınıfların karşısına devrimci programla, devrimci taleplerle çıkmaktır. Kitlelerin özlemine, ruh haline uygun olan, kitleleri daha ileri taşıyacak olan politika budur.

Leninistler, devrimci programın, devrimci taleplerin ne olduğunu biliyorlar. Bunlar devrimci ajitasyon eşliğinde devrimin toplumsal güçlerine aktarılmalı. Burjuva güçlerin kuyruğuna takılmadan işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarlarını korumanın yolu budur.

Dinci faşist iktidarın koltuk değneği K.Kılıçdaroğlu ve partisinin böyle bir yürüyüş düzenlemek zorunda kalması bile, tek başına bu bile, koşulların ne kadar bizden yana olduğunu anlatmaya yeter. Düzen, kendini bir devrimden korumaya çalışırken ve bunun için dinci faşizmi tahkim etmeye çalışırken aynı zamanda kendi kurumlarını, politik güçlerini teşhir ediyor, güçten düşürüyor ve devrimin önündeki engelleri kaldırarak yolu düzlüyor.

Meclis diye bir şey kalmadı. Adalet denen şeyi düzen muhafızı K.Kılıçdaroğlu ve partisi bile yollarda arıyor. Yargı, kitlelerin gözünde en güvenilmez kuruma dönüştü. K.Kılıçdaroğlu ve partisi, kitlelerin gözünde sıfırlanıyor. K.Kılıçdaroğlu ve partisi dibe çökerken onun paçalarına tutunan sosyal reformist parti ve çevreler de dibi boyluyor. Ordu içten içe bir çözülme süreci yaşıyor. Aynı durum polis teşkilatı için de geçerli.

Ve bütün bunları derinleştiren ekonomik krize giderek kötüleşen uluslararası koşullar eşlik ediyor.

Devrimci ajitasyon eşliğinde ezilen halkların, emekçi sınıfların desteğini kazanmak, gençliği saflarımıza kazanmak için kolları sıvayalım.

Şimdi Devrim Zamanı!