Yazdır

Uzunca bir süredir ortalama sol harekete sirayet etmiş bir ruh haline işaret etmek istiyoruz bu yazımızda. Denilecektir ki, "deveye sormuşlar 'neden boynun eğri?', 'nerem doğru ki' diye cevaplamış". Ortalama sol hareket, uzunca süredir gittigidiyor.com modunda yol alıyor zaten. Niyetimiz bir kez daha onlara gittikleri yerin bataklık olduğunu göstermekten çok, işçi sınıfı ve emekçilere içinde bulunduğumuz bu tarihi kavşakta kimlerin umut olabileceğini kimlerin olamayacağını göstermektir.

Leninistler dışındaki bütün sol kesimlerde bir hayıflanma sendromu almış başını gidiyor. Hani derler ya "gönül umduğuna küsermiş"; tamı tamına böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ortalama solun yayınlarını takip edenler görecektir ki, bunlar aslında AKP hükümet-devletinden adalet, barış, verdikleri sözlerde durma vb. vb. beklemektedir.

Gelin görün ki, siyasi iktidar tamamıyla kendi gündemine yoğunlaşmış, işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı tırmandırdığı iç savaşı, ne şekilde olursa olsun, kazanma telaşına düşmüş durumdadır. O nedenle dün söylediğini bugün yalanlamada bir beis görmüyor, yalan, desise ve hile ile iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Ara ara oltanın ucuna bir yem takıp denize atıyor ve adeta bütün işleri güçleri bu yemi beklemek olmuş, reformist ve oportünistlerimiz de hemen bunun üzerine atlıyorlar.

Durumu biraz karikatürize ettiğimizi düşünenler çıkabilir; ama fazlası var eksiği yok, durum tamı tamına budur. İşin kötü tarafı durumun bir de teorisi yapılıyor; "uzun süre böyle götürmeleri imkansız" diyerek, adeta dinci faşizme akıl veriyor ve bir an önce "toplumsal uzlaşma" kanallarını açmalarını telkin ediyorlar. Onlar da görüyorlar ki, durum böyle götürülmeye çalışılırsa bir devrim kaçınılmaz olarak patlayacaktır ve o zaman sadece siyasi iktidarı değil, aynı zamanda onun avanesini de tarihin çöplüğüne gönderecektir.

Siyasi iktidar ne yapıyor? Adeta bunlarla dalga geçercesine kendi bildiğini okumaya, iç savaş hazırlıklarını sürdürmeye devam ediyor. O zaman bizim ortalama sol, başlıyor feryadı figan etmeye: "Hukuk ayaklar altına alınıyor", "adaletsizlik hiçbir zaman bu kadar ayyuka çıkmamıştı", "bunların hesabını vereceksiniz", "ne söylediler-ne yaptılar" vb. vb... İşte bunun adı, hayıflanma sendromudur.

Ortalama sol hareket, dinci faşizm, hukuka, adalete vb. uymadığı, bunları hiçe saydığı için kelimenin gerçek anlamında hayıflanıyor. Yasal yollardan siyasi iktidara yaptıkları çağrılar karşılıksız kaldığı için adeta aldatılmış, beklentileri boşa çıkmış insan psikolojisiyle hareket ediyorlar. İşin kötü tarafı, dinci faşizm de bunun farkında olduğu için kemendi daha da sıkıyor ve adeta karşı tarafın içinde bulunduğu ruh halinden zevk alırcasına hareket ediyor.

Ortalama sol hareketin böyle bir ruh hali içinde olmasının nedeni, kendisini "aşırı muhalefet partisi" olarak sınırlamasıdır. Böyle yapmasının nedeni de, Kürdistan, özellikle de Türkiye'de devrimci bir halk olduğuna inanmamasıdır; dolayısıyla devrimin somut ve güncel bir olgu olarak gözlerimizin önünde olduğunu algılayamamasıdır.

Öyleyse ne yapılmalıdır? Henüz bir şeylerin farkına varmamış, aymamış halkımıza AKP'nin ne kadar az dürüst, adil, ne kadar çok hırsız, yalancı vb. vb. olduğu gösterilmelidir. Söyledikleriyle yaptıkları arasındaki tutarsızlık halka gösterilmelidir ki, halk, AKP'nin ne mal olduğunu anlasın ve desteğini ondan çeksin! Sonra? Sonrası allah kerim! Herhalde halk, dürüst, samimi, adil gördüğü birilerini destekleyecek, onları iktidara getirecek, iktidara gelenler de bugünkü iktidar sahiplerini mahkemelerde(!) yargılayacak ve gereken cezaya çarptıracaktır! Ya böyle de olmazsa? O zaman, hayıflanma sendromu halka dönecektir. "Halk, bizi anlamıyor" olacaktır; "halk, örgütsüz de ondan" denilecektir; biraz daha zorlanılırsa "Aziz Nesin doğru demiş, halkın %70'i aptal" denilip işin içinden çıkılacak, vicdanlar rahatlatılacak, bu ülkede neden devrim olmadığının cevabı bulunmuş olacaktır.

Oysa işçi sınıfı ve emekçiler, yoksul Kürt halkı ve Aleviler, bu topraklar üzerinde on yıllardır devrim mücadelesi veriyorlar. On yıllardır, birilerinin kendilerine doğru bir önderlik yapmasını bekliyorlar. Onların bugüne kadar verdikleri mücadeleyi küçümsemek, su üzerine yazılmış yazılar gibi yitip gittiğini varsaymak kimsenin cüret edemeyeceği bir şey olsa gerek. Bu topraklar üzerinde emekçi insanlar, Nazım'ın deyimiyle "her şeye rağmen ve her şeyden dolayı" on yıllardır, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir mücadele yürütüyorlar. İç savaşın bir tarafını oluşturuyor ve burjuva iç savaşa devrimci iç savaşla karşılık veriyorlar. Duruma hayıflanmak yerine herkes devrimci görevlerine yoğunlaşsa ve bu topraklar üzerinde devrimin yarattığı devasa birikimi biraz olsun değerlendirmeyi bilse, değil yeni Gezi'ler, çok daha güçlü ayaklanmalar ortaya çıkabilir ve varolan siyasi iktidarı, sanılanın aksine en güçsüz olduğu şu durumda yerle bir edebilir.

Kim ne derse desin, Türkiye ve Kürdistan'da devrimci bir halk vardır ve bu topraklar, dünya üzerinde bugün bir devrime en yakın olan topraklardır. Yeter ki, varolan siyasi iktidardan ya da onun türevlerinden bir çözüm beklemek yerine hiç vakit kaybetmeden devrimin bütün güçleri harekete geçsin ve tüm beklentiler devrim üzerine kurulsun. Bütün hayıflanmaların yerini devrimci pratik alsın.

Ali Varol Günal