Yazdır

3.Dünya Savaşı'nın büyük çatışmalarının kapıda olduğu, küresel iç savaşın bütün dünyayı kapladığı günümüz koşullarında Kolombiya'da sisteme karşı 52 yıldır gerilla mücadelesi yürüten FARC'ın, Santos yönetimi ile 25 Ağustos 2016'da "barış antlaşması" imzalaması ve ardından silahlarını BM gözlemcilerine teslim etmesi, dünyadaki devrimci ve komünistlerde hayal kırıklığına ve tepkilere neden oldu.

17 Mart 2017'de başlayan silah bırakma süreci, 26 Haziran 2017'de son silahların da bırakılmasıyla tamamlandı. Böylece FARC'ın 7 bin savaşçısı, bulundukları bölgelerden BM denetiminde olan bölgeye geçtiler. Onların boşalttıkları bölgelere ise, Santos yönetimi tarafından daha önce Kolombiya'da bir çok toplum önderini katleden paramiliterler yerleştiriliyor (savaş boyunca,173 bin 183 kişi FARC'a ya da genel olarak komünistlere yakın diye öldürülmüş, 34 bin 487 kişi kaybedilmiş, onbinlerce yerleşim yeri ise zorla göçe zorlanmış). FARC, yasal siyasi bir partiye dönüşmeyi ve bu parti aracılığıyla 2018 seçimlerine katılmayı planlarken, Santos yönetiminin deyim yerindeyse ağzı kulaklarında. Kolombiya devlet başkanı Santos, antlaşmanın ekonomiyi büyüteceğini ve ülkeyi birleştireceğini söylüyor. Her ne kadar FARC'ın antlaşmayı imzalayan "Timoşenko" lakaplı komutanı Rodrigo Londono, "FARC'ın varlığı değil, silahlı direnişi sona erdi" dese de, Santos, "FARC'ın silahlardan arındırıldığını", "bunun FARC'ın sonu anlamına geldiği"ni söylüyor.  

Anlaşmaya göre, FARC elinde tuttuğu savaş esirlerinin tümünü serbest bıraktı (bunların neredeyse tamamının militer ve paramiliterlerden oluştuğunu tahmin etmek zor olmasa gerek). Kolombiya devleti ise 3 binden fazla FARC militanını affettiğini açıkladı (ne büyük jest! Aynı faşist devlet, çok da uzun sayılmayacak bir süre önce FARC'ın komutanı Alfonso Cano'yu hunharca katletmişti; yine komutanlardan biri olan Raul Reyes'i ve yanındaki gerillaları Ekvador'da tuzağa düşürerek katletmişlerdi). Yine anlaşmaya göre, topraksız köylülere 3 milyon hektar toprak verilecek. Programında nihai hedefinde sosyalizme ulaşmayı hedeflediğini açıklayan FARC'ın, bu, deyim yerindeyse, rüşvete tav olduğunu düşünmek biraz acı olsa da gerçek. Eminiz ki FARC, savaşı bırakmayıp sürdürmüş olsaydı, bu türden "reform"lar zaten devrimin yan ürünleri olarak kazanılacaktı. Ve zaten, nerdeyse ülkenin yarısını elinde bulunduran FARC, savaşımı biraz daha geliştirmek suretiyle konjonktürün sağladığı avantajla çok daha fazlasını ve hatta siyasi iktidarı bile ele geçirebilirdi. Neredeyse "ikili iktidar" durumuna gelmiş koşullardan böyle bir çırpıda vazgeçmeleri, insanın aklına Lenin'in o ünlü sorusunu getiriyor: "Zaferi Göze Alabilecek Miyiz?". Görünen o ki, Kolombiyalı devrimciler, zaferi göze alamıyorlar ve uzun yıllar devam eden savaşın yorgunluğunu üzerlerinden atabilmek için acele ediyorlar. Dünyanın en güçlü gerilla ordularından birine sahip bir örgütün parlamentoda birkaç sandalye karşılığında savaşı bitirmesi, emperyalist-kapitalist ülkeleri zil takıp oynayacak noktaya getiriyor (antlaşma maddelerinden biri, 2018 seçimlerinde FARC'ın kuracağı parti, ne kadar oy alırsa alsın parlamentoda 10 sandalyenin şimdiden verilmesidir).

ABD'nin "barış antlaşması" öncesi müzakereye tam destek verdiğini açıklama ihtiyacı duyması bile, aslında FARC'ın "biz nerede hata yapıyor olmalıyız ki, düşmanlarımızın bu denli desteğini alıyoruz" diye düşünmesine yetecekken, sürece balıklama dalmaları Kolombiya ve dünya emekçi sınıfları içinacı verici. Buradan FARC benzeri örgütlerin "zamanın ruhu"nu anlayamadıkları, emperyalist merkezlerin 21.yüzyılı "Ayaklanmalar Yüzyılı" olarak nitelerken, tezlerini hangi gerekçelere dayandırdıklarını yeterince tahlil edemedikleri sonucu çıkıyor. Küba ve Venezuela'nın bu sürece aracı olmaları da aynı kapıya çıkıyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun Kolombiya'da rejime karşı savaşan bir gücün tasfiye edilmesi, dünya devrimine zarar vermiştir; en önemli zarar da bunca yıl sürdürülen savaşın sonunda bir zafer ihtimalinin olmayacağına dair kötümser bir ruh halinin yayılabilme ihtimalidir.

Dünya üzerinde hiçbir devrimci ya da komünist hareketin, insanların umutları üzerinde böyle hoyratça oynama hakkı yoktur/olmamalıdır. Kolombiya'da 52 yıldır süren mücadele, dünya halklarına ve devrimci/komünistlere büyük bir ilham kaynağı oluyordu ve zafere ulaşacağına dair güçlü bir inanç vardı. Elbette FARC'ın bir yasal siyasi partiye dönüşmesiyle bütün mücadelenin bittiğini ima ediyor değiliz. Mücadele, savaşım, "her şeye rağmen ve her şeyden dolayı" sürecektir buna kuşkumuz yok; ama gelinen düzeyden geriye düşüldüğü de bir gerçektir. Timoşenko"nun "barışın inşaasından geri adım atmayacağız" sözleri, aslında durumun vehametini göstermeye yetiyor. Karşı taraf, deyim yerindeyse her türlü küçümseme ve hakareti yapıyor, "nasıl dize getirdik ama" diyor; bir dönemin anlı şanlı savaşçıları bunun karşısında boyun büküyor, ses çıkaramıyor; verdikleri elin arkasından kollarını da kaptırıyorlar.

HDP, bunu göremiyor olsa gerek ki, "komşuda pişer, bize de düşer" hesabı, "barış antlaşması"nı kutlamak için tezcanlı davranıyor. Selahattin Demirtaş, zindandan Kolombiya'nın Türkiye Büyükelçisi'ne bir mektup yazarak "...yarım asırdır devam eden bu savaşın bitmesinin başta Türkiye olmak üzere savaş ve çatışmalarla yaralanmış tüm coğrafyalara esin ve cesaret kaynağı olmasını diliyoruz" diyor. Hoş, kendilerinden bizim yaptığımız gibi "ne yaptın FARC?" demelerini beklemiyorduk; ama en azından böyle bir kutlama mesajı göndermeden önce, süreci biraz daha takip edip, bu "barış antlaşması"nın kime ne getirdiğini, kimden ne götürdüğünü gözlemlemeleri gerekmez miydi?.. Görünen o ki, Türkiye'de girişilen "çözüm süreci" keşmekeşinin bekledikleri gibi sonuçlanmamasından duydukları sitemi, başka bir ülkenin büyükelçisine mektup yazmak suretiyle telafi etmeye çalışıyor ve "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" babında AKP hükümetine göz kırpıyorlar.

"Zamanın ruhu"nun barış ve uzlaşmalar, reformlar yoluyla toplumun değiştirilmesi, sivil toplumculuk, yasal-parlamentarist mücadele olduğunu düşünenler, fena halde yanıldıklarını FARC'ın tasfiye sürecinden sonra daha iyi göreceklerdir; ama bu süre içinde can çekişen emperyalist-kapitalist sisteme zaman kazandırmış olmanın ağır sorumluluğunu da omuzlarında taşıyacaklardır.

Ali Varol Günal