Yazdır

5 Ocak’ta Resmi Gazete'de bir yönetmelik değişikliği yayımlandı. Uzunca bir adı var değişikliğin. Şöyle: Türk Silahlı Kuvvetleri, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Taşınır Mal Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (Karar Sayısı: 3374)

Değişikliğin önemli bir kısmı, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” nedeniyle değişen kamu örgütlenme biçimine uyum sağlamak için yapılan “ad değişiklikleri”nden oluşuyor ve bu haliyle tamamen “teknik ayrıntı” düzeyini aşmıyor. Ama öte yandan, “Yönetmelik”in içeriğine dair çok dikkate değer değişiklikler de var. Eski yönetmelikte “Milli Savunma Bakanlığı” söz konusu iken, yani bu haliyle “dış tehditler” göz önünde bulundurulmuşken, yeni yönetmeliğin 4. maddesinde “İçişleri Bakanlığı” ekleniyor. Böylece yönetmelikte yapılmakta olan değişikliklerin, “ad değişikliği” türünden “teknik ayrıntılar” olmadığı ortaya çıkıyor. Değişikliği yapanların asıl derdi “içe dönük/iç tehdit” sorunsalıdır.

Yönetmelikte “dost ve müttefik ülkelere ve bu ülkelerde bulunan kamu veya özel nitelikli kurum ve kuruluşlara mal ve hizmetin yardım olarak verilmesi maksadıyla tedarik edilecek taşınırlar” gibi ilginç ifadeler var. Yalnızca “dost ve müttefik ülkeler”in resmi kurumlarına değil, “özel kurum ve kuruluşlara” da “yardım” tedariki söz konusu. Üstelik böylesine bir “dış görev” için yine tuhaf bir şekilde İçişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı’yla birlikte yetkilendiriliyor. Ancak Suriye ve Rojava’daki işgal bölgeleri, Libya vb. düşünüldüğünde bir anlam kazanan ifadeler...

Devam edelim. Yönetmelik’te asıl dikkat çekici değişiklik, eski Yönetmelik Madde 21’de (bkz. Değişiklik, madde 7) yer alan şu kısımdır:

Milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayişin zorunlu kıldığı diğer hallerde, idareler taşınır mallarından taşıt dahil diğer idarelerce ihtiyaç duyulan malları, Milli İstihbarat Teşkilatınca üst yönetici veya yetki verdiği makamın onayı, bu Yönetmelik kapsamındaki diğer kamu idarelerince devri yapacak idarenin üst yöneticisinin teklifi ve ilgili Bakanın onayı ile herhangi bir şarta bağlı olmaksızın birbirlerine bedelsiz devredebilir.”

Böylece, yukarıda belirtilen durumlarda ordu envanterinde bulunan her tür silah, taşıtlar dahil, MİT’e, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bedelsiz olarak devredilebilecektir. İçişleri’ne bağlı Jandarma’nın Sahil Güvenlik’in silah ve donanımı da buna dahildir.

Yönetmelik değişikliğinin bir ayağını yurt dışındaki “askeri serüvenlere” denetimsiz bir şekilde silah, araç gereç ve mühimmat aktarımı için gereken “kolaylaştırıcı hükümler” oluşturuyor. Ama asıl ayağı, “içeriye”, ayaklanma ve devrime karşı önlem alma çabası teşkil ediyor.

Yukarıdaki alıntı, bu amacı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak berraklıkta tanımlamaktadır. Ama... bu noktanın da yine iki yönü var. Dinci faşist iktidar, ordu envanterindeki her tür silah ve aracı kullanma yetkisini, ordunun yanı sıra, doğrudan MİT ve Emniyet’e de neden vermektedir?

Bu soruya, özellikle “iç kargaşalıklarda sadece Türkiye'de değil, genel olarak tüm kapitalist ülkelerde ordunun, istihbarat ve polis gücüne oranla daha az güvenilir bir kurum oluşu” şeklinde yanıt verenler olacaktır. Ve bu görüş, “zorunlu askerlik” esasına dayanan ordularda halk sınıflarından gelen erlere ordu komutasının güven duymaması anlamında gerçekliğin bir yönünü yansıtmaktadır. Fakat, unutulmasın, bu “daha az güvenilir kurum” olan ordu, Türkiye ve Kürdistan’da (özellikle Kürdistan’da) bugüne değin birleşik devrime karşı mücadeleyi yürüten asıl güç oldu.

Şu halde, burada daha farklı bir etmenden bahsetmemiz gerek. Bir değil, iki faktörü sıralayabiliriz. Birincisi, “tek adam rejimi” olarak adlandırılan ama gerçekte “tüm yetkileri tek merkezde toplama” biçimine geçişle aynı gerekçe. Daha önce defalarca belirttik. “Tek adam rejimi” yani tüm yetkilerin tek merkezde toplanması, RTE’nin “kişisel hırslarının” ürünü değil. Onun bu kişisel hırslarının, sermayenin toplumsal-siyasal ihtiyaçlarıyla çakışmasının ürünüdür. Bir bütün olarak sermaye sınıfını, yani emperyalistleri ve işbirlikçi tekelciliği uzun yıllardır uğraştıran temel mesele, Türkiye ve Kürdistan’da bir türlü bastırılamayan birleşik devrimdir. Kimi zaman alçalan, kimi zaman yükselen, ama kesintisiz bir şekilde varlığını koruyan birleşik devrimin bastırılması için etkin, enerjik bir diktatörlük gerekiyordu. “Tek adam rejimi” denen şey, dinci faşizmin bu siyasal-örgütsel biçimi, sermayenin bu ihtiyacıyla çakıştığı için ve çakıştığı oranda bir gerçeklik haline geldi.

Tüm yetkilerin tek bir merkezde toplandığı, birleşik devrime karşı her tür aracı sakınımsız kullanabilecek bir gaddarlık ve cehaletle harmanlanmış bu yapı, askeri araç gereç kullanımında da aynı merkeziliğe, aynı “sürtünmesizliğe” ihtiyaç duymaktadır. Yani ordunun silahları, “milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayişin zorunlu kıldığı diğer hallerde” hiçbir “formaliteye” takılmaksızın polis ve istihbarat tarafından kullanılabilmelidir. Buna tanklar, savaş helikopterleri, SİHA’lar “her tür taşıt” dahildir. Yönetmelik Değişikliği’nin bir yönünü bu oluşturmaktadır.

Diğer taraftan, dinci faşist iktidar, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, darbe söylentilerini salt “kullanışlı araç” olarak görmemekte, bir “saray darbesi”ni bir gerçek olasılık olarak değerlendirmektedir. Bu yönüyle orduya güven konusunda sorunlar yaşamaktadır. 15 Temmuz gecesi MİT ve Emniyet’in ordu silahları karşısındaki güçsüzlüğü, sonrasında Emniyet’e bir takım ağır silahların alınması vb. anımsansın. Aynı şekilde o gece ordu envanterindeki bir takım ağır silahların kaybolması, SADAT ve çeşitli paramiliter yapılar da akılda bulundurulsun. O zaman bu yönetmelik değişikliğinin, aynı zamanda dinci faşist iktidarın asıl vurucu güçlerinin serbest bir şekilde silahlandırılmasını da amaçladığı net bir şekilde görülecektir.

Ekonomik yıkım, kriz, açlık, artık çatlamak üzere olan sabır taşı... tek sözle devrimin baskısı; ve bu toplumsal temel üzerinde sürgit devam eden “tepedeki” kapışmanın kırılgan yapısı... dinci faşist iktidarın hamlelerini belirleyen ortam budur. İş artık dört dörtlük “harp silahlarının” devreye sokulmasına gelip dayanmıştır.

Sahi, iş bu raddeye varmışken, sınıflar savaşımının iç savaş düzeyine ulaşmadığını düşünenler var mı hala?