Yazdır

Elbette, dinci faşist iktidardan ve faşist devletten söz ediyoruz. Kimse de anlam veremiyor faşist iktidarın D.Karabağ’daki çatışmalara katılma cevvalliğine.

Önce şu tespiti yapalım: D.Karabağ'da, Azerbaycan ordusundan çok, Türk ordusu ve onun güdümündeki dinci faşist çeteler savaşıyor. İlham Aliyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı, Suriye’den devşirilen dinci faşist çetelerin D.Karabağ savaşına katıldıklarını inkar etse de, günümüzde artık mızrağı çuvala sığdırmak mümkün olmuyor.

D. Karabağ’a sürülen dinci faşist çetelerin boy boy resimleri, kargo uçağıyla taşındıklarının resimli belgeleri, “öbür dünyaya intikal edenlerin” resimli haberleri vb vb. her şeyi açığa vuruyor. Çocukları öbür dünyayı boylayınca çete aileleri “tazminat” derdine, çocuklarının ölüm haberlerini sosyal medyada boy boy yayınlıyorlar. Görevli muvazzaf subaylar bir şekilde açık verip Azerbaycan’daki varlıklarını kanıtlayan karelere düşüyorlar vb vb.

Sonuçta, Rusya Dış İstihbarat Başkanı, Karabağ teröristleri mıknatıs gibi çekiyor” dedikten sonra sözü Türkiye’ye getiriyor.

Karabağ’daki temas hattında daha önceleri de çatışmalar yaşandı. Durumda şu an görülen kötüleşmenin daha çok kaygıya neden olması sadece boyutundan değil, dış faktörlerin yeni olan etkisinden kaynaklanmakta. İlk defa Türkiye bu denli açık ve net bir biçimde Azerbaycan’ın tarafında yer aldı.”

Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan sonra, Dış İstihbarat Servisi Başkanı da, D.Karabağ’a taşınan dinci faşist sürülerinden sözederken Türkiye’nin güdümündeki Sultan Murat, El Nusra, Hamza Tugayları’nı adrese teslim olacak biçimde işaret ediyor.

Rusya Dış İstihbarat Başkanı’nın bu şekilde apaçık konuşmasına yol açan şey, Azerbaycan’a, Azerbaycan-D.Karabağ üzerinden Kafkasya bölgesine dinci faşist çetelerin yerleştirilmeye başlanmasıdır. Bu nokta Rusya’nın bam telidir ya da günümüzdeki yaygın kavramla, “kırmızı çizgisidir”

Peki Türkiye, dinci faşist iktidar, bunu neden yapıyor? Can alıcı soru budur ve üç ağaçlık ormanda yolunu bulamayan şaşkınların ipe sapa gelmez yanıtlar ürettikleri soru da budur.

Doğru ve olgularla kanıtlanacak yanıt için şu iki noktayı kerteriz almak gerekir. Birincisi, Türkiye, emperyalizme, özellikle de Amerikan emperyalizmine bağımlı bir ülkedir. Öyle ki, Amerikan emperyalistlerinin onayı olmadan Savunma, Dışişleri Bakanlığı, hatta Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tayin edilemez. Bunun devamı olarak Türkiye bir NATO ülkesidir, askeri olarak NATO’ya bağımlıdır. Türkiye’nin attığı ve atacağı tüm adımlar bu iki emperyalist odağın çıkarları tarafından belirlenir.

İkinci nokta ise, yine yukarda belirttiğimiz duruma bağlı olarak, Türkiye’nin Suriye’deki rolüdür. Türkiye, başta ABD olmak üzere, İngiliz, Alman ve Fransız emperyalizminin planları doğrultusunda, Suriye’yi dinci faşist bir iktidar altında dinci faşist çete üretim-eğitim-ihracat merkezi haline getirme görevini üstlenmişti. Gerici Arap devletleri ise bu planın finansörleri olarak devrede idiler.

Esad’ı deviremeyince Suriye’de dinci faşist bir iktidar kuramadılar ama, Suriye’nin bazı bölgelerini, özellikle de İdlib’i dinci faşist çete üretim-eğitim-ihracat merkezi haline getirebildiler. Bu, Ortadoğu halklarına karşı paralı karşı-devrim güçleri yaratma planının ilk adımıydı. Bu planın ilk hedeflerinden, tek değil ama, birincisi Rusya’dır.

Bir ara sonuç: Türkiye’nin Rojava ve Suriye topraklarından bir kısmını işgali, oralara dinci faşist çeteleri gönderip yerleştirmesi, Libya’ya ve başka yerlere dinci faşist çeteleri gemi gemi, uçak uçak göndermesi bu emperyalistlerin desteği, bilgisi ve onayı dahilindedir. Rojava işgalinin James Jeffrey tarafından aylar öncesinde planlandığı bir başka kan emicinin, Bolton’un kitabıyla açığa çıktı. Unutulmamalı.

Devam edelim ve yavaş yavaş sonuca gelelim.

Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur.” Ancak bu öyle bir ihracat ürünüdür ki, ancak kiraya verilerek değerini gerçekleştirebilir. Öyleyse tam ifadesiyle kullanalım: Dinci faşist iktidar, orduyu, bir kiralık kurum, başkaları hesabına savaşan bir kurum haline getirmiş bulunuyor. Birincisi bu. İkincisi, şimdi bu kurumun yanına paralı asker olarak, parayla kiralanan katil sürüsü ya da kelle avcısı olarak, Suriye’den devşirilen, dinci faşist çeteler eklenmiş bulunuyor.

ABD, İngiliz ve diğer emperyalistler için D.Karabağ’ın kimin elinde olacağı konusu ikincil önemdedir. Onlar için önemli olan şey, D.Karabağ bahanesiyle Türk askerinin ve onun ayakçısı ya da mayın tarlasında önde yürüyen eşeği durumundaki dinci faşist çetelerin Kafkasya bölgesine ayak basmaları, oraya yerleşmeleridir.

Batıda Ukrayna-Polonya ikilisi, biraz daha aşağıda, güneybatı diyebileceğimiz yerde Romanya-Bulgaristan ve şimdi de Dedeağaç’a yerleşen ABD ordusu; kuzeyde Baltık ülkeleri Estonya-Letonya-Litvanya tarafından kuşatılmış Rusya’nın tam güneyde, Kafkaslar bölgesinde Türk ordusu ve emrindeki dinci faşist çeteler tarafından kuşatılması emperyalist planların temel amacıdır. Şimdi yapılmaya çalışılan budur. Başarıp başarmayacakları ayrı bir konudur.

Türkiye’nin D.Karabağ meselesine dahlinin tek değil ama başlıca nedeni budur. Bu dahlin elbette yan, ikincil sonuçları da olacak ve var da.

Mafya’da kuraldır: Mafya babası korumasını üstlendiği kişiden belli bir yüzde almakla yetinmez, onu haraca da bağlar. Aliyev’in ya RTE tarafından nasıl haraca bağlandığını ya da haraca bağlanmaktan kurtulmak için Putin’in kollarına nasıl atıldığını görmek için çok beklememiz gerekeceğini sanmıyoruz. Ama bu, önemi ikincil derecede olan bir meseledir ve şimdilik konumuz dışıdır.