Yazdır

Olaylara nereden ve nasıl baktığınız önemlidir. Bu sizin olayları yorumlarken kullandığınız yöntemle ilgilidir. Ya olayları diyalektik akışı içerisinde, süreklilik ve kopuş bütünlüğü halinde ele alırsınız ya da metafizik olarak; yani olayları dondurur, gelişim sürecinden koparır, sadece verili ana takılı kalırsınız. Peki, bu durumda verili anı doğru tahlil edebilir misiniz? Elbette bu soruya cevabımız "hayır" olacaktır.

Günceli takip ederken onu geçmiş ve gelecek bağlamından kopararak ele almaya kalkarsanız, ya geçmişe takılı kalırsınız, ya bugünü bir anda, birdenbire ortaya çıkmış gibi algılarsınız, ya da geleceğe dair boş umutlar beslersiniz. Günceli yorumlamak, gelişmeler hakkında anı anına doğru tahliller yapmak elbette zordur; hele sözkonusu olan politika alanı olunca bu zorluk iki katına çıkar; çünkü hitap ettiğiniz kesimler sizin doğru öngörülerde bulunup bulunmadığınıza bakarlar; söylediklerinizi yaşam içinde sınarlar. Bu durumda devrimci bir partinin kitlelerin önüne iki anlama birden gelmeyecek, açık ve net politikalar koyması gerekir.

Politika ise ekonominin yoğunlaşmış hali olduğu için, öncelikli olarak verili durumun ekonomik yönden doğru, aslına uygun, kanıtlanabilir bir tahlilinin yapılmasını gerektirir. Bu alan, yani ekonomi alanı, kimsenin öznel niyetlerini gerçekliğin yerine ikame edemeyeceği kadar somut, bilimsel kesinliğe sahiptir. Dolayısıyla bir nesnelliğe sahiptir; öyle istendiği gibi eğilip bükülemez. Ama eğer devrimci bir bakış açısına sahip olunmazsa, gerçeklik ters yüz edilebilir; varolan durum başaşağı gösterilmeye çalışılabilir. Boşuna bir çaba olmakla birlikte bugün bu çabadan vazgeçmeyenlerin sayısı hiç de az değildir. Doğru, bilimsel bir tahlil yapamayanlar, gerçekliği kendi doğrularına uydurmaya çalışıyorlar; bu nedenle de politikada sürekli çuvallıyorlar. Devrimci bir bakış açısına sahip olmadıkları için hep bardağın boş tarafını görüyor, politikalarını da buna göre belirliyorlar. Nasıl ki Menşevikler "bugün Rusya'da devrimci bir halk yoktur" diyorlardıysa bunlar da Türkiye ve Kürdistan'da devrimci bir halk olmadığına yemin billah etmeye o kadar azimli görünüyorlar. Bazen oportünist ve reformistlerle konuştuğumuzda ya da yayınlarını alıp okuduğumuzda "acaba biz bunlarla aynı ülkede mi yaşıyoruz" diye sormadan edemiyoruz. Devrim bu topraklarda en güçlü anına ulaştığında dahi bunlar, somut durumun somut tahlilini yapamamışlar, gözlerinin önünde olup biten şeyi anlayamamışlardır. Devrimi Kaf Dağı'nın arkasında bir masal şehrinde yaşanan büyülü bir olay gibi hayal ettikleri için, onu somut ve canlı bir şekilde algılayamamış, ona diyalektik olarak değil metafizik açıdan yaklaşmışlardır; en ileri olanları olguları olduğu gibi tespit etmekle yetinmiş, bunlardan devrimci sonuçlar çıkarmaya çalışmamışlardır bile. Bu durum, devrimimizin önündeki ciddi engellerden biridir; çünkü bu kesimler, kendi devrimci olmayan bakış açılarını devrimci yığınlara da bulaştırmaya çalışmaktadırlar. Eğer bugün Türkiye ve Kürdistan'daki bu siyasi yapılar biraz olsun devrimci bir bakış açısına sahip olsalardı, devrimimizin gelişimi bugünkünden çok daha büyük bir hıza sahip olurdu.

Karşı-devrimin nesnel durumu doğru tespit edip devrim cephesine karşı topyekün bir saldırıya geçtiği bugünlerde, devrim cephesinin elini kolunu bağlayan şeylerin başında bu devrimci olmayan bakış açısı geliyor. Bugün bir araya gelme gayretlerinin altında yatan neden karşı-devrimin saldırılarını püskürtüp, devrimci hükümet için savaşmaktan çok; "durumun devrimciler, ilericiler açısından her geçen gün daha kötüye gittiği; bu gidişe bir 'dur' denmezse, yarın bugün sahip olunan mevzilerin de yitirileceği" tespitidir. Tespit böyle yapılınca, faşizme karşı bir devrim cephesi kurmaktan çok, bir "demokrasi cephesi" kurma fikri ön plana çıkıyor. Elbette faşizmin olduğu koşullarda demokrasinin kazanılması üzerinden atlanılamayacak, önemli bir sorundur; ama bu bahsi geçen demokrasi, öyle sınıfsal içeriğinden koparılmış soyut bir demokrasi ya da bazılarının aklının gerisinde taşıyageldikleri burjuva demokrasisi olamaz. Eğer "halk demokrasisi" için mücadele edilecekse, bunun ancak bir halk devrimiyle mümkün olacağı baştan kabul edilmelidir. Bugün her kim bir devrim olmadan faşizmin yıkılacağını, altedileceğini düşünüyorsa, eğer reformist, uzlaşmacı değilse, fena halde yanılıyor. Yanıldıklarını görmeleri için dinci faşist iktidarın kendi denetimindeki parlamentoyu dahi bir çöp kutusuna dönüştüren son adımlarına bakmak yeterli.

Devrimci bakış açısına sahip olanların hareket etmesi gereken nokta, faşizmin saldırılarına karşı nasıl savunma yapılacağı değil, ki böyle bir bakış açısı satrançtaki tanımıyla söylersek, hamle sırasını hep karşıya bırakmaktan başka bir anlama gelmez, faşizmin nasıl yıkılacağı ve yerine bir halk iktidarının nasıl kurulacağı olmalıdır. "Bunu bugünkü koşullarda düşünmek zor" diyenler, asla devrimci bir bakış açısına sahip değildir. Burnunun dibindeki devrimi göremeyenler, suçu kendilerinde değil, halkta bulma eğiliminde olanlardır. Bunun bir adım ötesi "bu halktan bir şey olmaz" düşüncesinin gelip beyinlere oturmasıdır. Nitekim, zaman zaman Aziz Nesin'e göndermeler yapılması, böyle bir yola girildiğini de göstermektedir.

Hayır baylar! Halk, aptal değil! Hatta bir çok konuda sizden daha devrimci bir bakış açısına sahip. Onlar keskin sezgileriyle olayların nereye doğru gittiğini seziyorlar ve bu büyük savaştan zaferle çıkabilmek için hesaplar yapıyorlar. Onlara zaferin yolunu açık ve net olarak gösterebilecek bir partinin peşinden gideceklerine hiç kuşku yok. Ve böyle bir parti, ancak devrimci bir bakış açısına sahip olan bir partidir.

Ocak 2017

Ali Varol Günal