Yazdır

Ne 70’li yıllar ne 90’lı yıllar birleşik devrimi zafere vardıramadı. Türkiye ve Kürdistan devrimi iç içe geçerek birleşik bir karakter kazanmıştır. Bu nedenle örneğin, faşist devlete ve sermaye egemenliğine bir devrimle son verilmeden, Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirlemesinin önündeki engeller ortadan kaldırılıp Kürdistan’da ulusal ve sınıfsal kurtuluş gerçekleşemez. Buna karşılık Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı için Türkiye işçi sınıfı ve devrimci güçleri tutarlı, kararlı bir mücadele vermedikçe Türkiye devrimi zafere ulaşamaz. Bugüne dek verilen mücadeleler, yaşananlar bunu açıkça gösterdi.

Biz bu saptamayı yaparken şunu da belirtmeliyiz; Kürdistan’da özgürlük mücadelesi sadece 90’lı yıllarda ileri gitmemiştir. Kürdistan sorununun çözümü için mücadele, cumhuriyet öncesine, Osmanlı egemenliğinin sürdüğü döneme kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Cumhuriyet öncesindekileri ele almasak da, cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra başlayan ayaklanmalar dizisi var. Şeyh Sait İsyanından Dersim 38’e kadar uzanan bu ayaklanmalar sürecinde, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi Türkiye emekçi sınıflarının devrim mücadelesinden daha ileriydi. Bu dönemde Türkiye’de sol-sosyalist hareket oldukça dar bir konuma sahipken, Kürt ulusal hareketi, bir halk hareketi olarak kitlesel boyutlara varmış, ancak buna rağmen Türkiye proletaryası ve emekçileri tarafından desteklenmediği için her defasında büyük bir vahşet ve kanla boğulmuş; Dersim 38’den sonra tekrar ayağa kalkması için uzun yıllar gerekmiştir. Ayrıca daha önceleri Kürdistan’ın kurtuluşu Türkiye devrimine bağlı olarak ele alınırdı. 70’lerin sonlarından itibaren kendilerini “Kürt Solu” olarak adlandıran Kürdistan sol-sosyalist hareketi, Kürdistan devrimini ayrı bir devrim olarak ele aldı. Şimdi durum daha doğru bir perspektifle ele alınıyor. Her iki ülkenin devriminin iç içe geçtiği, birbirine bağlandığı ve birleşik devrim durumunda olduğu genel olarak kabul edildi. Artık Türkiye Devrimi olmadan Kürdistan Devrimi; Kürdistan Devrimi olmadan da Türkiye Devriminin zafere ulaşamayacağı anlaşıldı, kabul edildi. Bu, Leninist düşüncenin zaferi oldu.

Şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz. Netaş Greviyle işçi sınıfı 1987’de yeniden öne çıkmaya başlayınca devrimci komünist hareket de işçi sınıfı ve gençlik, öğrenci gençlik içindeki faaliyetini artırdı. 89 Bahar eylemleri, 12 Eylül faşizmi tarafından uygulamaya konan pek çok yasağın fiilen aşılması demektir. Bu aynı zamanda öğrenci gençliğin de üniversitelerden başlayarak yeniden mücadeleye atılmasını sağladı. 87’den başlayarak 89’da doruğa çıkan yaygın ve etkili kitlesel eylemler yaşandı. Grev yasağı nedeniyle grev yapılamasa da, devlet işletmelerinde çalışan yüzbinlerce işçi başta İstanbul olmak üzere pek çok kentte yeni ve yaratıcı eylem biçimleriyle günlerce eylemden eyleme koştular. Bu süreçte 70’li yıllardan farklı olarak özel sektörde çalışan işçi kesimleri değil, devlet işletmelerinde çalışanlar ileri çıktı, mücadelede etkili oldular. Bunun nedenleri var.

Türkiye kapitalizmi özel sektördeki sermaye birikiminin yetersizliği nedeniyle daha çok devlet kapitalizmi olarak gelişti. Bu nedenle, devlet daha en başında itibaren, ekonomik alanda hem üretim sürecinde hem dolaşım sürecinde tekel konumunda oldu. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT’ler) ya da aynı anlamda devlet işletmeleri, büyük işletmeler, büyük şirketler oldular. Hava yolları, demir yolları, liman işletmeleri gibi, çok büyük sermaye yatırımı gerektiren iş kollarında devletin bu tekel konumu halen devam ediyor. Devlet işletmelerinin en büyük işletmeler olması, istihdam edilen işçi nüfusunun büyük bölümünün de devlet sektöründe çalışması demektir. Devlet işletmelerinde çalışan kesim işgüvencesi, sigorta, emeklilik gibi haklara sahip olmaları nedeniyle uzun yıllar kendilerini ayrıcalıklı saymış, işsizlik konusunda bile ayrıcalıklı, avantajlı olmuşlardır. Bu nedenle devlet sektöründe çalışan işçiler uzun yıllar eylemlerden uzak durdular. İşçi sınıfının önemli bir kesimini oluşturdukları için de, işçi sınıfının mücadelesi uzun yıllar zayıf kaldı, tek yanlı gelişti. Sermaye sınıfı, kapitalizme ve sermayenin egemenliğine karşı mücadele etmesi gereken işçi sınıfının büyük bir bölümünü devlet eliyle pasifize etti, devlet baskısı ve kontrolü altına aldı, proleter orduyu parçalayıp zayıflattı. CIA ve devlet eliyle kurulan burjuva sendikal anlayışa sahip Türk-İş de işçi sınıfının kontrol altına alınıp pasifize edilmesinde burjuva devlete yardım etmiştir. İş güvencesi karşılığında burjuva topluma razı edilen büyük bir işçi kitlesi nedeniyle sınıf mücadelesi uzun yıllar zayıf kalmış, tam bir gelişme sağlayamamıştır.

Özellikle 12 Eylül ve sonrasında kamuda çalışan işçilerin durumunda dikkate değer bir bozulma, yaşam seviyesinde gerileme yaşandı. İşçi sınıfının örgütsüzleştirilmesine bağlı olarak çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına, ekonomik olarak her yıl yaşadıkları kayıplara bir de özelleştirmeler ve işten atamalar eklenince, kamuda çalışan işçiler de eylemlere katılmaya, mücadelenin eksik kalan ayağı da tamamlanmaya başladı. Tersaneler, Sümerbank ve Beykoz Kundurayla başlayan özelleştirme, işten atmalar giderek diğer işkollarına yayıldı. Bu dönemden başlayarak onyıllardır uyutulan dev uyanmaya başladı. Bugüne kadar yaşanan süreçte ne kadar güçlü ve etkin eylem varsa, hemen hepsini bu işçiler gerçekleştirdi. Proletarya 89 Bahar eylemlerinden itibaren bütün olarak davranmaya başlamış, sınıf mücadelesi bütünsel bir gelişim yoluna girmiştir.

89 Bahar eylemleri işçi sınıfının ana gövdesiyle eyleme geçtiği bir süreçtir. Bu eylemler ekonomik taleplerle başlamış; özelleştirmelere, işten atmalara karşı çıkılmasıyla politik eylemlere dönüşmüştür. 89 Bahar eylemleriyle proleter ordunun hızla uyanmaya başlaması, toplumdaki bütün sınıf ve katmanları etkisi altına aldı. Tekelci sermaye bu gelişmeler karşısında karşı ayaklanma stratejisiyle politik çevirme harekatını uygulamaya koydu. Daha önce Latin Amerika'da uygulanan bu stratejiyle belli sonuçlar elde etmişti. Bu stratejinin geliştirilip uygulanmasında etkin olan AB emperyalizmi ve ABD, şimdi de bu planı Türkiye’de uygulamak için harekete geçmişler; özellikle 12 Eylül sürecinde Avrupa’ya kaçanların yeniden Türkiye’ye dönmeye başlaması da, bu planın uygulanmasında onlara kolaylık sağlamıştı.

90’lı yıllara girerken Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem dağılmış, geçici de olsa sosyalizm tarihsel inisiyatifi elinde kaçırmıştı. Bunu fırsat bilen emperyalist sermayenin ideologları “tarihin sonu”nu ilan ederek ideolojik bir saldırı başlattılar. Bu saldırı sadece ideolojik alanla sınırlı değil, kapsamlı bir saldırıdır. Sosyalizmle bağı zayıf olan örgüt ve çevreler bu saldırıların etkisi, burjuva ideolojinin baskısı altında kaldı. Topu birden 71 devrimci çıkışının, THKO ve Denizlerin bu topraklara getirdiği devrimci sosyalizm anlayışından, illegal örgütlenme ve zora dayalı devrim anlayışından çark etmeye başladılar. Zaten burjuva ideolojiyle bağlarını koparmada belli sorunları oldu; bu bağlar zayıflasa da devam etti.  Şimdi de bu ideolojik baskılanmayla burjuva toplum sınırlarında bir mücadele ve demokrasi anlayışına doğru ilerlemeye başlıyorlardı. Özellikle 12 Eylül’de Avrupa’ya kaçan ve 87’den başlayarak yeniden Türkiye’ye dönenler üzerinde daha belirgin olan bu ideolojik kırılma, etkisini gösterdi. Uluslararası sermaye karşı ayaklanma stratejisini bu kesimler üzerinde hayata geçirdi; ekonomik olarak bazı olanakların önünü açıp yararlanmalarına fırsat vererek bu hareket ve çevreleri yasal alana çekmeye, devrimden vazgeçerek parlamenter yola, parlamentarizme doğru iterken; buna karşı çıkan, devrimci mücadelede ısrar eden, zora dayalı devrim anlayışından ve illegal örgütlenmeden vazgeçmeyerek savaşı sürdüren devrimci örgüt ve hareketlere karşı da işkenceleri, sokaklarda, ev baskınlarında katliamları, gözaltında kayıpları, faili meçhul cinayetleri ve uzun yıllar sürecek hapis cezalarıyla zindana kapatmaları dayattı.

Tekeller, sol-sosyalist hareketlere yönelik olarak daha önce Latin Amerika'da uyguladığı karşı ayaklanma stratejisiyle Türkiye ve Kürdistan’da devrimi, devrimci mücadeleyi ortadan kaldırmak için harekete geçerken asıl büyük patlama yine işçi sınıfından geldi. Zonguldak madencileri...

Devam edecek…

Özgür Güven