Yazdır

Olayların hızlı akışı içerisinde bugün artık bir çok insan ya tarih yapmak ya da yapılmakta olanı kenardan seyretmek seçeneklerinden biriyle karşı karşıya gelmiş bulunuyor. Her şeyin böylesine pratik bir hal aldığı koşullarda öznenin tarihsel rolü, önemli bir ağırlık kazanmış durumda.

Emperyalist-kapitalist sistemin dünyayı bir yıkım savaşının eşiğine getirdiğini hepimiz yaşanan olaylarla görüyoruz. Lenin'in yıllar önce yaptığı "eğer sosyalizm kazanamazsa, kapitalist devletler arasındaki barış yalnızca bir ateşkes, bir fasıl, halkları yeniden boğazlamak için bir hazırlık olacaktır" şeklindeki belirleme, bugün pratikte bir kez daha doğrulanmış bulunuyor.  Savaşı engelleyebilmenin tek yolu burjuva sistemi toplumsal devrimle alaşağı etmektir. İnsanlığın geleceği bütünüyle buna bağlıdır. Ya devrimlerle komünizme doğru gidilecek ve sınıfsız bir dünyada insanlar özgür ve mutlu bir şekilde yaşayacak ya da insanlık kendi elleriyle doğayı ve kendisini yokoluşa sürükleyecektir

Devrim sorununa artık dünyanın hiçbir yerinde teorik yaklaşma olanağı kalmamıştır. Üzerinde yaşadığımız topraklarda ise bu çok daha böyledir. Karşı-devrimin atmakta olduğu adımlara bakıldığında görülecektir ki, hazırlıklar bir ölüm-kalım savaşına göre yapılmaktadır. Bu savaştan kimin zaferle çıkacağı herkesin pratikte ne yaptığına bağlı olacaktır. Devrim cephesinde pasif bir bekleme tutumu içinde olanların yarın her şeylerini kaybedeceklerine kuşku yoktur. Herkes durumun farkındadır; ama iş pratiğin örgütlenmesine gelince, başkalarından bekleme tutumu ağır basmaktadır. Rutin çalışma alışkanlıkları kolay kolay terkedilememektedir; herkes kendi gündemiyle ilgili bir şeylere angaje olmuş durumda. Fırtınanın ortasında böyle davranmak, gelişmelerin peşinden sürüklenmeyi getirecektir. Oysa şimdi stratejik düşünme zamanı. Doğru zamanda doğru yerde bulunmak, gelişmelere anı anına müdahale etmek ve doğru araçlarla mücadele etmek gerekiyor. Bugün gelişmelerin bir ayaklanmayı mayaladığını görüyorsak o zaman bu ayaklanmaya önderlik edebilmek için pratiği nasıl örgütlememiz gerektiği üzerinde kafa yormalıyız. Devrimin gücü sadece devrimcilerin gücüyle ölçülebilecek bir şey değildir. Tarihsel sıçrama anında, yani yeni bir ayaklanmanın başlamasıyla kitlelerin bilincindeki sıçramayı da göreceğiz. Kitlelerin yaratıcı enerjisi kendini ortaya koyduğunda bir ayaklanmanın nasıl bir hamaldan general, bir kaldırım taşından gülle yarattığını da göreceğiz. Tarih, sadece önümüze devasa sorunlar, zorluklar yığmıyor, çözümler ve olanaklar da sunuyor. Bugüne kadar ki birikim yarın bir sıçrama anında, bugün öngörmek için hafızamızı ne kadar zorlasak da tahmin edemeyeceğimiz potansiyelleri açığa çıkaracaktır. İş, "kuvveden fiile çıktığında" bugünkü verili durumu kat kat aşan bir bilinç ve eylemle karşılaşacağız. Bugünün karamsarlarını bile diriltecek bir süreçtir bu. Devrim, bütün rutinlerin ve ezberlerin bozulması anlamına gelecektir. Ve pratiği kim örgütlerse devrime de o önderlik edecektir, buna şüphe yok.

Ekim Devrimi sırasında yığınlar Bolşevikleri niye izledi? Çünkü tarihin düğüm noktalarını en iyi onlar tespit ettiler, doğru analizler yaptılar ve analiz yapmakla kalmayıp pratiği o yönde değiştirmek için iradi müdahalede bulundular; yani denizi kendi dümen sularında sürüklediler. Yıllardır süren özverili örgütlenme çalışmalarının karşılığını pratikte yığınların önüne geçerek pratik önderliğe dönüştürdüler. Bunun için kapitalist sistemle işçi sınıfı ve emekçiler arasında varolan her türlü çelişkiden ustaca yararlanmayı bildiler, genel doğruları tekrarlayıp durmak yerine somut durumun somut tahlilini yaparak pratiği örgütlemeye giriştiler. Onlar adeta yıllar önce Marx ve Engels'in Alman İdeolojisi'nde yazdıklarını kendilerine rehber edinmişlerdi. "Yığın içinde bu komünist bilincin yaratılması için ve yine bu işin kendisinin de iyi bir sonuca götürülebilmesi için insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar; böyle bir biçim değişikliği ise, ancak pratikteki bir hareketle, bir devrimle yapılabilir, bu devrim, demek ki sadece egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır; ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaştırdığı pislikleri süpürmek ve toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya elverişli hale gelmek olanağını ancak bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur"(Sol Yay. sf 70).

Şimdi bu kadar zorunlu ve hayati bir hale gelmiş olan devrimi pratikte nasıl örgütleyeceğimiz sorusuyla karşı karşıyayız. "Nasıl yapmalı?" sorusunun karşılığını kitaplarda bulmak mümkün değil. Daha önce yaşanmış devrim deneyimleri de bize ancak bir yere kadar yol gösterebilir. Belli ki, bu sorunun cevabını düşünerek değil pratikte girişerek bulacağız. Örgütlenmenin araç ve yöntemlerini, mücadelenin araç ve yöntemlerini pratiğin içerisinde bulacağız. Zamanın hızla daraldığı bir süreçteyiz; milyonlarca insanın harekete geçmek için bir kalk borusu beklediği bir ortamda bunun nerden ve nasıl gelebileceği üzerine kafa yormak ve o ana pratik olarak hazırlanmak yaşamsal önemdedir.

Devrim, somut olduğuna ve pratik bir hal aldığına göre, devrime önderlik iddiasındaki herkes, buna uygun davranmak zorundadır. Şimdi "pratikte ileriye doğru atılan her bir adım onlarca programa bedeldir". Bulunduğumuz her ortamda, her zaman üzerinde yoğunlaşmamız gereken ana konu budur. Büyük düşünerek, düşündüklerimizi beklemeden pratiğe geçirerek, gelişen süreci karşılayabilecek düzeye ulaşabiliriz. Herkesin baktığı yerde olabilmek için pratiği devrimci bir şekilde örgütlememiz yeterli olacaktır.

Nisan 2017

Ali Varol Günal