Yazdır

 

Tabi ki bizler bilinçli tv izleyicileri, duyarlı takipçiler, dikkatli site, gazete okurlarıyız. Yani cahil değiliz ve haliyle biz de bu ön kabule dayanarak, bu bilinçli yanımıza sesleniyoruz. İşte, yine haberler yüzünden çok duygulandık değil mi? Annemizi, sevgilimizi, kızımızı, kız kardeşimizi düşündük; “ya katledilen kadınlardan biri olsalardı” diye nasıl da korktuk. Yalan yok, gözlerimiz de doldu; kimimiz bunu zapt etti. Kimimiz edemedi ve gözyaşlarımız aktı yanaklarımıza doğru... Kınadık da bu alçak kadın katillerini. Sonra dayanamayarak bu ağır haberlere, bu haksızlıklara bu suçlara, sonu gelmeyen bu katliama dayanamayarak kanalı değiştirdik!..

Sonra ne yaptık? Bir film kanalını açtık ve reklamsız bir film izledik, kesintisiz, sonuna kadar. Yani bir başka deyişle sıradaki cinayet haberine değin (ki bir kadının daha katledilmesinden bahsediyoruz) bir film arası verdik. Fakat yine de vicdanımız rahat çünkü biz bu cinayetleri kınadık, kınıyoruz ve bıkmadan usanmadan kınayacağız da. Şimdi size bir şey söyleyeceğim ama lütfen hiç birimiz şok olmuş numarası yapmasın; içimizden biri, bir erkek biz o çok değerli kınamalarımızdan birini yaparken gidip bir kadını daha katletti!.. Nasıl da şaşırdınız, oysa hiç beklemezdiniz çünkü “melek gibi” adamdı!..

Yok böyle olmayacak. Bu kötü, bu iç karartıcı haberler hala devam ediyor. Bir film arası daha mı versek? Joker’i mi izlesek; farklı yeni, süper, yere göğe sığdırılamayacak, tek kelimeyle muhteşem bir bakış açısıyla konuyu ele almış, yönetmen. Yok yok, en iyisi “Parazit” izleyelim ya da “Batı Yakasının Hikayesi”ni. Aman neyse iyi bir film izleyelim işte; estetik ve sanatsal bilincimiz gelişir. Bu sırada da içimizden biri daha gidip bir kadına daha saldırsın, başka biri taciz etsin, öteki “laf atsın” (erkeğin şanından ya!) daha öteki yer gibi baksın. Nasıl olsa filmden sonra kınayacağız. Sıkıntı yok! Biz her zaman kınarız.

Eğer bu canavarlar kitlesinden nefret etmeyen varsa kesinlikle bu kitlenin bir üyesidir. Nefret ediyor ama gene de izlemekten ve hiç bir işe yaramayan kınamalardan öteye geçmiyorsa, bu kitlenin içinde olmasa da ikiyüzlü korkaklar korosunun bir üyesidir. Şehrimizde, sokağımızda biri bir kadını katlediyor veya taciz ediyor ama biz bunu engellemiyorsak, biz bunu uzaktan izlemekle yetiniyorsak, bu ne susmak, ne korkmak ne de yanılsamadır. Peki nedir? Bir çok ihtimali elediğimizde ve geriye de hiçbir iyi ihtimal kalmadığına göre bu tavra denk düşen bir sıfatın bulunacağına şüphe yok!..

Peki ne yapacağız? Bu modla devam ederek hepimizi suçlamaya devam mı etmeliyiz. Belki de yapmalıyız, belki de bu bize iyi gelecek. Hatta belkisi melkisi yok, bu bize çok iyi gelecek, yüreğimiz soğuyacak. Hadi bütün sınıflı toplumların en geri yanlarını taşıyan, burjuvaziyle birlikte çürümenin bin türüyle bütünleşen, yerin dibinin de dibine sokulan, şu erkek egemen sistemin o iğrenç karakteriyle kaynaşmış bu erkeği öldürelim! Kahrolsun erkekler! Bu iyi geldi değil mi? Yalan yok bu yazana da okuyana da iyi geldi. Fakat keşke bu her şeyi çözmeye yetseydi; ama yetmiyor. Hatta biz burada; “Kahrolsun Erkek Egemen Sınıflı Toplum!” “Kahrolsun Kadın Katilleri!” diye bağırırken bir kaç kadın daha katledildi, sözlü ve fiziki tacize uğradı; eteği “kısa” diye gencecik bir kadın babasından hatta daha da kötüsü annesinden dayak yedi. Saldırıya uğrayan bir kadına daha “O saatte sokakta ne işin vardı!” denme alçaklığına cüret edildi...

Birey kendinden müreffeh bir varlık değildir ve olamaz. Sosyal bir canlı türü olan insanlığın her bireyi, içinde yaşadığı ekonomik-politik sistemin egemen sınıfının ideolojik düşüncesine birleşik kültürel yapısının cisimleşmiş halidir. Bu cisimleşme, yaygın yanılgının aksine cinsiyetsizdir. (Olumsuz anlamda!) Yani kadın olduğunun bilincinde olmayan, bu bilinçle mücadele etmeyen her bir kadında bir erkek kadar olmasa da bir erkek gibi bu kültürle cisimleşmiştir. Sorunun esas kaynağı olan mevcut ekonomik-politik yapıyı yerle yeksan etmeyen, etmeyi amaçlamayan hatta bu amaçla harekete geçmeyen her duruş niyetinden bağımsızca atıl kalacak; sorunla değil de sorunun sonuçlarıyla mücadele edecek ve şuan olduğu gibi, bu tavırla gittikçe edilgenleşecektir.

Bu çözümlemeyi daha da uzatabiliriz belki de uzatılmalı da ama hem çok daha ileri olanları daha önceden yapıldığından hem de bize bu defa bu kadarı yettiği için devam edilmemeli. Konumuza dönersek: Dürüst olalım. Kadınlara karşı işlenen tüm bu aşağılık suçların haberlerini bile izlemiyoruz. Mazeretimiz de hazır; “Kalbimiz bu kadarına da dayanmıyor!” Kalbimiz bir şey yapmamaya dayanıyor ama! Tarım işçileri yollarda kamyon kamyon, traktör traktör öldürülür, kaldıkları çadırlarda kurşunlanır, kalbimiz dayanmaz kanalı değiştiririz. İşçiler makinelerde lime lime parçalanır, madenlerde diri diri yakılır, kalbimiz dayanmaz! Küçük çocuklar uyuşturucu bağımlısı yapılır, kalbimiz dayanmaz! Ormanlar yakılır, hayvanlar katledilir, dünyanın canına okunur bizim bunlara da kalbimiz dayanmaz! Dayanmaz ama hiç bir şey de yapmaz! Peki bu nasıl bir kalptir? Daha doğrusu bu kalpsizlik değil mi? Ya da bu kalpsizlik değilse kalpsizliğin tarifi nedir?

Açıkçası, bunun kalple alakası yok! Sandığımız ya da iddia ettiğimiz gibi duygusal insanlar olduğumuzdan da değil. Bu aslında bir kaçış ve biz sadece kaçıyoruz. Ayrıca yine dürüstçe kabul etmeliyiz ki kaçmak korkmak kadar masum olamaz. Çünkü korku son derece insani bir duygu. Hatta bütün canlı hayatın ortak noktalarından biridir. Ancak kaçma duygu ya da his değil, bir dürtü hiç değil. O bir eylemdir; iradi bir tercihtir. Tabi haliyle de her tercih gibi sonuç veya sonuçlarıyla bu iradeyi göstereni bağlar ve de ona dairdir. Bu, kaçmanın korku hissiyle ayrıldığı noktadır. Bu nedenlerden dolayı da, gerçeklerden ya da kendi gerçekliğimizden kaçma sıkça sanıldığı gibi duygusal bir tepki değil bencilce bir tercihtir.

Elbette bu bizi suçlu yapmaz. Hatta belki masumiyetimizi de tartışmaya açmaz ama insanlığımızı açar! Hem de bütün itirazlarımıza rağmen ve ne kadar çok itiraz edersek o kadar çok açar. Nedir insan olmak? Devlet protokolünde ağırlanan bir tarikat şeyhinin cinsel işkencesine uğrayan on iki yaşındaki bir çocuk kadın haberini duyup da, kınamakla yetinmek. Dijital alemlerde açıp ağzını yumup gözünü döktürmek, sonra da gidip sevgilinle, dostunla hoşça vakit geçirmek midir? Ya yer yerinden oynadı da bizim haberimiz olmadı ya inip sokağa üstüne üstüne yürüdük bu iblislerin, bu kadın düşmanlarının ve bu irini yaratan sınıflı toplum düzenini dümdüz etti ya da bir kez daha kaçtık. Pardon doğru ya kalbimiz dayanamadı da kanalı değiştirdik. Zor olacak ama artık kabul edelim ki bu örnekte masumiyetimiz de tartışmaya açılmıştır. Ayrıca “O sapık adam tutuklandı ya!” diye itiraz edenlere özellikle diyoruz ki: Ortadaki tek masumiyet on iki yaşındaki çocuğunkidir. Geriye kalanlarımız, suçlu olmasa da eşit olmayan derecelerde masum değil! Özellikle de biz erkekler!..

Çünkü “bütün renkler kirlenirken” ak kaldığını düşünenler var! Konuşmaktan öte geçmeyen bu zatı şahanelerin unuttuğu bir şey var; “Beyaz” bütün renklerin toplamıdır!..

Kenan Kızıl