Yazdır

Bugünler yine hareketli... Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kayyum rektör eylemleri... Birleşik Mücadele Güçleri'nin Kadıköy eylemi şiddetli polis saldırıları, gözaltılar...

Bu eylemlerde gözümde canlanan anılardan biri de Vefa yoldaşın başına kırık şişe isabet ettiği bir eylem oldu...

Senesinden emin değilim… HDP tarafından Şişli Camii önüne çağrı yapılmıştı. Sanırım belediyelere ard arda kayyum atanmasını protesto etmek üzere yapılan bir çağrıydı. Kitlesel eylemler yapılıyordu. Ve çağrı üzerine binlerce kişi Şişli'de toplanmıştı. Şişli Camii çevresi tamamen dolmuştu. Bir miting yeri gibi olmuştu. Cami yanındaki alanda hareket etmek oldukça zordu. Ve tabii polis saldırısı oldu. Polisin saldırısına kitle de sessiz kalmadı, çatışmaya dönüştü. Gaz bombaları, plastik mermilere karşılık bayrak sopaları, plastik su şişeleri, taşlar, soda şişeleri havada uçuşmaya başlamıştı.

Çatışma sırasında kitle sık sık toplanabildiği yerden polise karşılık veriyordu. Basın olarak gaz bulutları arasında gözaltına alınmadan ve polisin attığı plastik mermiler ve gaz fişeklerinden korunmaya çalışarak görüntü alma çabasındaydık. Tabii polise karşılık veren kitlenin attığı taşlar, cam şişeler de -her ne kadar basın emekçilerine gelmemesine dikkat etseler de- sağımızdan solumuzdan geçiyordu.

Mitingde Vefa'yı görmüştüm. Bir ara kitle dağılırken de elinde Deniz resimli bayrakla gözüme ilişmişti. Sakince sağa doğru yürüyordu.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ben yine caminin yanındaki alana geldim ve Abide-i Hürriyet Caddesi tarafına polis gaz bombası atınca yine taşlar, cam şişeler uçuşmaya başladı. Binaların girişinde bir kör nokta bulmaya çalışıyordum. O tarafa geçerken bir anda Vefa'yı gördüm. Elinde bayrakla sanırım o da gruplardan kopmuş olanlarla bir araya gelmeye çalışıyordu. Vefa'ya doğru gittim. Bir bina girişi kör noktaydı. Onunla oraya ulaşırsak kendimizi koruyabilirdik. Ben görüntü alabilirdim, o da uygun bir anda diğer insanlarla bir araya gelebilirdi. Bir çöp konteynerinin yakınında elinde bayrakla duruyordu. Bir anda gaz bombaları atıldı. Ona karşılık önce plastik şişeler havada uçtu. Ayağımın yanından taşlar geçmeye başladı. Kitle yine hızlanmıştı. Bir cam şişe çöp konteyneri yanındaki direğe çarptı. Vefa'ya "Eğil yoldaş" diye bağırdım. Aynı anda gömleğine de yapışmıştım ama geç kaldım. Bir soda şişesi uçarak geldi. Vefa yoldaş eğilirken başına çarptı. "Uff" dedi sadece. Konteynerın arkasında biraz durup atışlar ara verince gözüme kestirdiğim noktaya geçtik. Burada biraz bekledik. Yoldaşın başı kanamaya başlamıştı. Çantamda kağıt mendil ıslak mendil vardı. Kanı biraz temizleyip kağıt mendili yaraya bastırıp kanamasını durdurmaya çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü ben allak bullak oldum. Yanımdaki Vefa Yoldaş ve başından yaralı... Bu çatışmanın ortasından çıkıp en yakın hastaneye gitmek gerek mutlaka... En yakın yer Şişli Etfal... Çatışma yayılmış parça parça devam ediyor. "Muhabir arkadaş yaralandı" diye gitsek yoldaşın elinde bayrak var üstelik iki tane. Biri sopaya takılı. Diğerini yerde bulduk. Hayatta onları bırakmaz. Bırakacaksak da ya birine teslim etmek gerek ya da bir zula bulmak gerek.

“Binaların kenarından yavaş yavaş hastaneye gidelim yoldaş” dedim. "Korkma, iyiyim şimdi kan durdu" dedi.

"Olsun biz gidelim en azından pansuman yaparlar bari mikrop kapmasın" dedim.

"Ben hangi noktadayız onu da tam bilmiyorum. Nerede bulacağız hastaneyi? Bi de tatil günü üstelik. Kurumlardan birine gidelim merak eder yoldaşlar. Hem bayraklar var onları kuruma ulaştırmak gerek. Ben iyiyim şimdi" dedi.

"Kafayı kırdık ama olsun bayraklar sağlam. Onları teslim edelim" deyip güldüm.

Yoldaşa "Çatışma şu tarafta azaldı Şişli Etfal yakın, yerini biliyorum gel gidelim" dedim.

Karşımdaki Vefa Serdar. Öyle ikna etmek de kolay değil. Ama böyle de beklenmez ki... Parçalanmış şişe çarptı. Kafasındaki yara ne durumda bilmiyoruz bile... Nasıl ikna ederim diye düşünmeye başlamıştım...

"Yoldaşlara haber ulaştırırım ben. Hastaneye gidiyoruz sonra kuruma geçeceğiz derim. O kısmı kolay" dedim.

"Karıştırma şimdi hastaneyi merakta kalmasınlar" dedi... "Tamam yoldaş haber veririm ben birilerine. Gidelim hastaneye..." dedim. Biraz itiraz etti biraz düşündü...

Başındaki yarayı bırakıp bayrakları toparlamaya çalıştı.

"Tamam yoldaş ben alırım onları, sen yarayı tut kanamasın" dedim.

Yolda bulduğumuz sopasız bayrağa bakıp "Bunu sen al madem. Ama getirdiğim bayrağı bırakmam" dedi. Kolunun altına sıkıştırdı.

"Onu da alaydım. Hani kafandaki yarayı ben tutamayacağıma göre. Korkma veririm yine" dedim.

"Yok onu vermem. Aldığım bayrağı bırakmam. Yara kanamıyor zaten. Kanarsa sopayı kemere sıkıştırır kafamı da tutarım" dedi.

Çatışma azalmış ortalık biraz sakinleşmişti.  Kenar köşe konteyner falan derken hastane tarafına attık kendimizi.

Hastanenin acil bölümüne gittik. Cumartesi ya da Pazar günüydü. Acilde baktılar. "Dikiş atılması lazım. Ama burada olmaz. Şu kısıma gidin, doktor arkadaş ilgilenecek biz konuştuk kendisiyle" dediler.

Tarif ettikleri kısıma gidip doktoru bulduk. Doktor baktı. "Pansuman yapılmış ama burada lokal olarak uyuşturabilme imkanım yok. Cerrahi işleme girişirsek prosedürdü işlemlerdi daha uzar. Canınız yanar ama tel zımbayla hemen dikiş atabilirim. Dayanabilirseniz zımbayla dikeyim" dedi.

"Ben normal dikiş için ne işlem yapmak gerek ne kadar uğraşırız" diye soruyordum ki. Vefa yoldaş "Daha çabuk olacaksa yapın. Ben dayanırım" dedi.

Ben elindeki sopaya yarı sarılı yarı açık duran bayrağı aldım.

Doktor hazırlığını yaptı. "Ben dikiş atarken söyleyeceğim derin nefes alın. Epey canınız yanar bağırabilirsiniz ama başınızı hareket ettirmemeye gayret edin olur mu?" dedi.

Vefa yoldaş "Tamam dayanırım ben, siz başlayın" dedi.

Doktor "Basıyorum" dedi. "Tark!" diye bir ses.. "Basıyorum" Tarkk!.. "Basıyorum" Tarrk!...

Doktor her basıyorum dediğinde yüzümün vücudumun nasıl gerildiğini ve o "Tarrk" sesinde içimin nasıl burkulduğunu hala çok iyi hatırlıyorum. Böyle 5-6 kere bastı sanırım. Benim içim çıktı, Vefa yoldaştan bir kez olsun "Gık" sesi çıkmadı.

İşlem bitince doktor "Acı eşiğiniz çok yüksek gerçekten. Çok az insan dayanabilir böyle dikiş atılmasına" dedi.

Vefa yoldaş, "Acıya dayanıklı olmadan yaşamak zor bu ülkede böyle bir devlet varken. Ben kolumu da 19 Aralık 2000 hapishane saldırısında Çanakkale'de kaybettim" dedi. Doktorla bir kaç cümle konuştular. Doktor "Geçmiş olsun tekrar. Yarada problem olursa beni bulun lütfen" dedi.

Doktorun yanından ayrılınca "Yoldaş tedavi olurken de iki dakikada ajitasyon yapmayı başardın. Başkası olsa şu an uflayarak, inleyerek kafasını tutuyordu" dedim.

"Bir kaç cümle konuşmuş olduk, fena mı? Demek ki güzel bir insan. Yoksa sorun olursa beni bulun demezdi. Sen hastane diye ısrar etmesen hiç niyetim yoktu. İyi oldu. Sen de elinde bayrakla propaganda yapmış oldun... Şu bayrağımı da alayım bu arada, hepten sana vermedim ben onu" dedi.

Kafasına zımba teliyle dikiş de atılsa bayrağını bana bırakmadı.

Hastaneden çıktık ve yoldaşların buluştuğu kurumlardan birine gittik. 

Biraz dinlenince "Bunları yıkasak baskıları gider mi? Nasıl temizlenecek yoldaş bunlar?" dedi.

"Merak etme ılık sabunlu suyla temizleniyor. Ben hallederim" dedim.

Vefa yoldaş kendi işini kendi yapar, bayrağı kendisi yıkayacak temiz görecek ki içi rahat etsin. "Gel de ikna et şimdi..." diye düşünürken bayrakları aldım. "Lavaboda ıslatıp biraz bekleteyim, çünkü çamur ve kan kurumuş üzerlerinde. Sonra da sabunla yıkarım temizlenirler" dedim.

Biz konuşurken yoldaşlardan biri "Hiç yıkamakla uğraşma yoldaş şimdi. Yarın eşyaları yeniden düzenleyeceğiz. Temizlenecek önlükler, flamalar var. Çamur olmuş, hepsi zaten gaz kokuyor. Eşyaların olduğu odaya gaz kokusundan girilmiyor. Yarın hepsi elden geçecek ayrı ayrı uğraşmaya gerek yok. Ben alayım bunları" dedi.

Benim ikna olmam yetmez tabii... Bir de Vefa yoldaşın ikna olması lazım... Bir yoldaş da destekler şekilde konuşunca "Tamam size teslim o zaman. Gerçi böyle vermek istemezdim ama geç oldu. Etraf da karışık sizi de geciktirmeyelim en azından" diyerek kabul etti. Aldığı bayrağı teslim ederek görevini tamamladı.

O bayrak şu an onlarca gencin elinde sımsıkı tutuluyor yoldaş. Seni tanıyan bilir onu sımsıkı tutup taşıması ve hiç bırakmaması gerektiğini...

Yoldaşın