Yazdır

2001 Krizi’nin simgesiydi. Başbakanlık konutu önünde elinde yazar kasa olan esnaf, karşısında “Titrek”i (başbakan Ecevit) görünce “sayın başbakan, al ben bir esnafım” diye bağırarak yazar kasayı yola fırlatmıştı. Bir eşik noktasıdır bu tür olaylar. Bir kırılma, bir sıçrama anıdır. Nitekim o zaman da böyle olmuştu. Ardından “esnaf ayaklanması” patlak verdi. Ankara sokakları şenlendi.

Dün Ataşehir’de işletmesinin çatısına çıkan bir kafe sahibi, tıpkı 2001’deki yazar kasa olayı gibi, isyan içinde konuşarak işyerinin ışıklı tabelasını parçalıyordu.

Burada 70 personel var. Hepsinin evde çoluk çocuğu aç. Bunlar mecburlar çalışmaya. O zaman bize ekmek verin kardeşim. Personelime ekmek verin. Bir genelge de mal sahipleri için çıkarın, bir genelge de SGK primleri için, bir genelge de vergi için çıkarın.”

Bu isyan ve ardından Kadıköy’de Süreyya Operası önündeki sessiz eylem not edilsin. Bir kırılma anıdır bu. Bir eşik, bir dönüm noktası... “Yeter artık”ın gelip çattığının resmidir.

Uzun süredir korkunç bir yoklukla, sefaletle, ölümüne bir açlıkla sınanıyor geniş yığınlar. İşçilerin tarif edilmez durumları, “ölüm kamplarına” dönen fabrikalar, salgın, işsizlik... Gittikçe ritmi artan bir eylem sürecinde işçiler. Gittikçe yayılan, genişleyen bir eylem dalgası var.

Krizin zaten soluksuz bıraktığı küçük işletme sahipleri ve bu işletmelerde çalışan yüz binlerce işçi, salgından en fazla etkilenen kesim oldu. Sayısız “yürek yakan yaşam öyküsü” şimdiden kapladı her yanı. Bu her “tekil hikaye” artık genelin hikayesi halini almıştır.

Dinci faşist iktidar şahsında devletin verdiği karşılık ise bir taraftan baskı ve zor araç ve uygulamalarını güçlendirmekten, diğer taraftan geniş halk yığınlarının damarına basarcasına en geri bilinçli insanı bile çileden çıkartacak adımlar atmaktan ibaret. İçişleri Bakanlığı'nın “kısıtlama denetimleri”ne dair verdiği haberlere bakın mesela. Yaklaşık 80 bin kameranın bu denetlemede kullanıldığını övünerek dillendiren bakanın ağzından “vatandaşa” kaç lira ceza yazıldığından başka bir şey çıkmıyor! Tek bir hayırhah adım atılmamış, insanların ihtiyaçlarını karşılama derdine düşülmemiş, ama... hemen tüm büyük illerde milyonlarca TL ceza kesilmiş! Bursa’da ise evi olmadığı için çocuklarıyla araçta kalan yurttaşa 6 TL ceza kesildi. Dedik ya, her adımları bir isyan gerekçesi artık.

Günün en çarpıcı haberi ise büyük bir alicenaplık gösteren Antalya valisinden. Antalya’yı da etkileyen bir deprem oldu. Haliyle panik olanlar, ikinci kattan atlayanlar, kendini sokağa atanlar... Anlayacağınız insanlar yaşamlarının derdine düşmüş, can havliyle kendilerini dışarı atmış. Vali bey buyuruyor: “Vatandaşlar evlerinin önüne çıkmak isterlerse müsaade ediyoruz. Ondan yana bir sıkıntılı durum yok. Tedirgin olan vatandaşlarımız evlerinin önüne çıkabilir!”

İşte budur dinci faşist iktidarın özbeöz karakteristiği. Deprem gibi korkunç bir “felaket” anında bile insanlara evinden çıkma hakkını, o da evinin önüyle sınırlı olmak üzere, “bahşeden” bir devlet-i ali kafasıdır. “Murtazalar dönemi” diye başlık atmıştık bekçi yasası çıktığında. Hangi şart altında olursa olsun “vazife bir” diyen Murtazalar gerekiyor sermaye düzenine demiştik. Görüldüğü gibi artık valilik mertebesine kadar erişmiş bulunuyor Murtazalar!

Çürüme, çöküş, dağılma... artık adına her ne deniyorsa, öyle bir “tuhaf” durum yarattı ki... sanki her adımda insanların damarına özellikle basılsın, özellikle isyana kışkırtılsın diye, olmadık laflar ediliyor, olmadık adımlar atılıyor. Sarf edilen her söz, atılan her adım, tedavüle sokulan her uygulama tartışmasız bir şekilde biriken öfkeyi patlatacak nitelikler taşıyor.

Dikkat! Eşikteyiz. Ve eşik aşılmak üzere.