Yazdır

“Sakin olana vurmuyoruz”! Bu sözler bir polisten. Gebze'de eyleme geçen işçilere saldırırken söylenmiş sözler. İnsanları kötek ile hizaya çekilecek sürü olarak görüyor besbelli.

Birleşik Metal-İş’e üye oldukları için işten atılarak veya ücretsiz izne çıkartılarak “cezalandırılan” Systemair HSK, Özer Elektrik ve Baldur Süspansiyon işçileri, elbette patronların bu saldırılarını sineye çekmedi. Bir süredir eylemler yapan işçiler, sendikaların da desteğiyle Ankara'ya yürüme kararı aldılar. Tabii “patronların devleti” derhal harekete geçti.

Daha iki gün önce Sanayi Bakanı’nın açıklamaları üzerinden sermaye, devlet ve iktidar arasındaki çıplak ilişkiye işaret etmiştik. Keza Madencilerin Ankara yürüyüşünde de devletin ve dinci faşist iktidarın hiçbir örtüye gerek duymaksızın sınıf kimliğini ortaya sermesini hepimiz görmüştük. Gebze'de de durum farklı olmadı. Metal işçileri, patronlar adına devleti, onun valisini, onun polisini karşılarında buldular. Hemen ardından da onun savcısı, yargıcı, mahkemesi sökün edecek, merak buyurmayın!

İşçiler yürüyüşe başlamadan önce arkadaşlarını oturarak beklerken sendika başkanı “Müdahale olursa fabrikalarda iş durduracağız” diye açıklama yapıyordu. Ardından çok bekletmedi polis, işçileri gözaltına almaya başladı. Zor kullanarak, tartaklayarak, vurarak. İsyan eden işçilere de yukarda aktardığımız lafı söylemeyi bir vazife sayarak: “Sakin olanlara vurmuyoruz!”

Sonuçta yüz civarında işçi gözaltına alındı. Pek çok sendika başkanı da işçilerle birlikte gözaltına alındılar. İşçilerse saldırılara rağmen sloganlarla karşı koydular, “sakin olmadılar”!

Başkan Serdaroğlu, Vali’ye, Bakan’a, dinci faşist iktidara işçilerin “selamlarını” gönderdi konuşmada. Kuşkusuz işçilerin bu “selamlarının” tüm düzen temsilcilerine ulaşacağı günler gelecek. Hepsi ama hepsi bu “selamlardan” nasibini alacaklar. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

İşçiler Ankara'ya yürüme kararı aldıkları anda Kocaeli Valiliği, “salgın gerekçesiyle kentte 30 gün boyunca gösteri ve yürüyüş yasağı” ilan etmişti. Artık bunun nesini teşhir edelim. Her şey herkesin gözü önünde. Balık istifi işe gitmek, dip dibe tezgahlarda çalışmak, yemekhanelerde birbir soluklarını ensede hissetmek serbest; faşistlere her tür siyasal gösteri, parti il kongreleri vs. serbest; daha aklınıza gelebilecek her şey serbest... Ama eylem yapmak, çalışma gün ve saatleri dışında sokakta olmak yasak. Hatta yasssah!

Bu komik sebeplere inanmaktansa, çıkalım korkusuzca sokaklara, bırakın salgından kırılalım, ama hiç olmazsa çocuklarımızın geleceğini kurtaralım! Bu saatten sonra bilimciler dahil, en makul “evde kal” önerileri bile hükümsüzdür! Bizi ölüme, sefalete, köleliğe mahkum eden bu sermaye düzeninin iki yüzlülüğüne karşı, salgın umacası ile yapılan uyarılara asla kulak asmıyoruz.

Madencilerin ardından metal işçilerinin Ankara yürüyüşü de polis saldırısından, devletin zorundan nasibini aldı. Her tür “hak mücadelemiz”, en basitleri de dahil olmak üzere, sermaye devletinin ve onun faşist iktidarının azgın saldırılarıyla karşılaşıyor, karşılaşacak.

Bizi ve ailemizi hastalığın pençesine atan, salgında ölmekle açlıktan ölmek dışında hiçbir çıkış kapısı bırakmayan bu düzene karşı sokaklara çıkmak zorundayız. “Evde kalma” hakkı, kapitalizm altında boş bir sayıklamadan ibaret. Gerekirse grevlerle, “çalışmama hakkı” dahil her tür araçla mücadeleyi yükseltmek, bu düzeni yıkmak zorundayız.