Yazdır

Ekim'in 30'unda Ege Denizi'nde bir deprem yaşandı. Ege-Akdeniz-Marmara kıyılarını etkiledi deprem. Fakat en çok da İzmir ve Sisam (Samos) Adası etkilenen ve can kaybı olan bölgeler... İzmir'de 12 bina yıkıldı ve 200'e yakın ağır hasarlı bina... Son açıklanana göre de 114 kişi hayatını kaybetti...

Tüm ülke bir taraftan dayanışma için organize olurken, diğer tarafta yaşananlar karşısında isyan etti “deprem vergileri nerede!” diye... Öyle ya, 21 senedir toplanan deprem vergileri varken, her yaşanan depremde yeni bağışlar toplanıyor, bu defa da telefonlarımıza gelen “Kızılay'a 10 lira bağış yap” mesajı örneğindeki gibi...

Ve “umut”lar yaratıldı onca trajedi içinden. Depremin üzerinden 3-4 gün geçtikten sonra kurtarılan Elif ve Ayda bebekler üzerinden yaratılan “kahramanlık”, “mucize”, “umut” hikayeleri ile ölen-öldürülen işçiler, yıkılan evler, imar affı, müteahhitlik vurgunları... hepsinin üzerine parlak bir örtü çekildi.

Medyanın görmediği, seslerini duymamak için çaba sarfettiği, reklamlarla-şovlarla üzerini örttüğü gerçeklere bakalım; enkaz altında kalan gerçeklere...

Daha depremin sarsıntıları durmadan işçilerin çalışmaya koşulduğunu görüyoruz ilk olarak... Depremde hasar gören MaviBahçe AVM ve Optimum AVM'de çalışanlar “temizlik” gerekçesi ile ya da mağazaları açık tutmak için işbaşı yapmaya çağrıldılar... Hasar gören, asansörleri, merdivenleri yıkılan AVM'lerde çalışmaları, satış ve tadilat yapmaları istendi işçilerden. "Bizim can güvenliğimizi hiç düşünmeden çalışmaya çağırıyorlar" diyor işçiler. Ve kimi evini, kimi yakınlarını kaybetmiş ve yaşananların travmasını atlatamamış insanların her an başlarına yıkılacak binalarda ölümüne çalışmaları isteniyor. Elbette deprem anında ve sonrasında çalış(a)mayan işçilerin yevmiyesini kesmeyi de ihmal etmediler. Öyle ya, kapitalist sistem senden sadece etini değil, kemiğini de istiyor. Her saatini, bedeninde ve beynindeki tüm çalışma enerjini...

Bu esnada enkaz altında kalanlar yine işçiler, emekçiler oluyor. Bir diş polikliniğinde çalışan 3 kadın teknisyenden ikisinin cansız bedeni çıkarılıyor günler sonra, üçüncüsü hala kayıp... Bir marketler zinciri, kendisine alan açmak için binanın kolonlarını kesiyor ve binanın 3 katı çöktüğünde market işçisinin cansız bedeni çıkıyor altından. THY Çağrı Merkezi çalışanları güvenli yerlere sığınmaya çalışırken, THY merkezi, elemanlarını, “neden bilgisayarını yanına almadın” diyerek azarlıyor; işçi can derdinde patron kar... Bayraklı'da Avrupa’nın en yüksek yapısal çelik binası olan Biva Tower hasar gördüğünde, 21. katta çalışan işçi düşerek ölüyor...

PETKİM, TÜPRAŞ, İzmir Demir Çelik, HABAŞ, ZF Lemförder, CMS, Nemak ve Volt Motor gibi devler de depremde üretime devam ediyor, işçileri eve göndermedi. Vestel'de ise sadece 10 dakika “deprem molası” verildi! Mesaiye devam etmeye kalkan Trendyol ise, sosyal medya üzerinden gelen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Mavişehir Hilltown AVM’de bulunan Boyner mağazasının sayımını yapan sayım şirketi, depremin ardından sayımın tamamlanmadığı gerekçesiyle çalışanların ücretlerini kesti. PTT de hasarlı binalardaki dökülen malzemeleri düzenlemek için işçileri işe çağırdı... PTT-Sen duruma “postalar işçilerden daha mı değerli” diyerek tepki gösterdi. Liste uzar gider...

Evet, işçilerin derdinden işçiler anlar en iyi. “Göçük altında kalmayı iyi biliriz” diyen Somalı maden işçileri Kırkağaç'ta 20 gündür sürdürdükleri eylemlerini bırakarak yardıma koştular İzmir'e, 15 kişilik bir grup ile deprem bölgesindeki kazı çalışmalarına destek verdiler. “Madenciler ölüme yakın yaşarlar. Ölümü, kapana kısılıp göçük altında kalmayı ve oradan kurtulmayı da bilirler. Aynı duyguları yaşayanlar, aynı pozisyonu yaşayan insanlara karşı da hızlı harekete geçerler” diyor işçiler... “Binalar çok kötü malzeme ile yapılmış. Kolonlar bir çekiç darbesiyle kum haline dönüyor. İzmir çok büyük bir faciadan kurtuldu. Burada hem müteahhitleri hem de müttehitleri denetleyen kurumların ciddi bir sorumsuzluğu var” demeyi de ihmal etmiyorlar... Biz de belirtmeden geçmeyelim: İzmir’de 811 bin kaçak bina, 2018'de ‘İmar Barışı’yla yasal hale gelmiş...

Ve ezilenlerin ezileni, modern dünyanın lanetlileri mülteciler de hem evsiz hem de çadırsız kaldılar.

Bu depremde yaşanan şovlar da unutulmayacak, yaşanan acılar kadar... Daha ilk gün, arama-kurtarma çalışmalarının en önemli olduğu saatlerde enkazın üzerine çıkmış şov yapıyordu bakan... Bir canı daha kurtarabilecekken harcanan zaman, karşısındakinin son nefesleri, ezilen ve çökmeye devam eden bina enkazı... Bunların hangisi iktidarın şovundan daha önemli olabilirdi ki? Ve bu şovları, daha doğrusu, yapılanların şov olduğu ilerleyen günlerde daha çok ortaya çıkıyor. İktidar en büyük savaşı “Deprem vergileri nerede” diye soranlara karşı veriyor.

Yıllarca biriktirdikleri ile ev sahibi olmaya çalışanlar, yıllarca her adımda deprem vergisi ödeyenler, bugün tüm varlıklarının toza toprağa karıştığını, sevdiklerine mezar olduğunu görüyorlar. Yaşama devam etmeye kalktıklarında ise “devlet bu evleri size bedava mı versin” tepkileriyle karşılaşıyorlar. Bakan “Tüm Türkiye’ye sesleniyorum, riskli binalarda oturmayalım” diyor, sanki insanların kendi ellerinde imiş gibi. Birkaç gün sonra “hasarlı binalarda oturulabilir” raporu veriyor aynı bakanlığın kurumları...

Yine ve yeniden bir “kriz süreci nasıl yönetilmez”i görüyoruz. Hasarlı binalarda çalışmaya zorlanan işçiler ve emekçiler, hasarlı, vinçle tutulan adliye sarayları, hasarlı binalarda yaşamaya terk edilen yahut yeni binalar için yüzlerce bin liralık borcun altına sokulmak istenen depremzedeler, “acıyan yeri yok bebeğin sadece köfte ayran istiyor” diyen en yetkili ağızlar, önlem alınmasını isteyen, hesap soranlara “böyle günlerde siyaseti bırakın” diyenler, dayanışma için gelenleri yaka paça alandan atıp gözaltına alanlar, konunun uzmanı meslek odalarını çalışmaların dışında bırakanlar... Bu liste de uzar gider...

Bir sunucu şöyle sesleniyor sosyal medya hesabından: "Bu saatten sonra bu iktidara hesap sormayan geleceklere razı olmuş demektir. Şuursuz bakanlarını da al git ey iktidar!” Ülkede en sıradan diyebileceğimiz insanların dahi ulaştığı düzey bu iken, bir kez daha hatırlatalım: Kendi kendilerine gitmeyecekler, elbet biz göndermezsek.

Peki “ne oldu Ayda bebek'e?” diye soralım yazımızın sonunda. Parlatılan “umut” hikayelerinin, yapılan köfte-ayran şovlarının üzerinden daha birkaç gün geçmeden unutuldu gitti. Baba ayağında bir çorabı bile olmayan “mucize” bebeğini kucağında taşıyarak hastaneden tek başına ayrıldı...

Sibel Deniz